Tuesday, December 27, 2011

İtalyan Rönesansı ve Kapitalizm

İtalyan Rönesansı Tarihi ile Kapitalizmin Tarihi arasındaki ilişkileri, farklı kaynaklardan okumuştum geçmişte, ama, son yıllarda yeni kaynak eserler yazılıyor bu alanda, yeni bilgiler üretiliyor, hem tarihçilerce, hem de edebiyat yazarlarınca.
meselâ, Yazar Profesör Umberto Eco'nun bu alanda yazdığı eserler, tüm dünyada ilgi yaratmış eserlerdir, Türkçe'ye de çevrilmişti Eco'nun eserleri.
İtalyan Rönesansı Tarihi ile ilgili sinema filmleri, belgesel filmler, müzecilik eserleri de az değildir. Da Vinci, Dante, Michelangelo, Petrarca gibi Rönesans Dönemi İtalyan sanatçıların eserleri tüm dünyada yayınlanıyor, haklarında biyografiler yazılıyor, üniversitelerde sempozyumlar toplanıyor.
İtalyan Rönesansı, bir yandan "şehir devletleri"nin yaygın olduğu, bir yandan da "burjuva sınıfı"nın yetiştiği bir alanda ve bir dönemde yaşanmıştı. "şehir devletleri"nde, "burjuva sınıf"ın öteki sosyal sınıflarla koâlisyon yaparak yönettiği şehir meclisleri vardı. "toprak sahipleri sınıfı" ile "burjuva sınıf"ın anlaştığı, ama, "köylüler" ile "işçi sınıfı"nın da yönetime katıldıkları bir dönemdi, İtalyan Rönesansı Dönemi. "rahipler sınıfı" da, "şehir devletleri"ndeki "demokrasi"yi ya da "burjuva özgürlükler"i desteklemişlerdi çoğunlukla.
İtalyan Rönesansı sırasında, savaşlara bir süre ara verilmişti, sanat, bilim, spor, "maddî üretim", zanaat, tarım, siyaset gibi alanlarda üretim yaygınlaşmıştı, halk, birbiri ile savaşmadan yaşamak yolunu seçmişti.
İtalyan Rönesansı ile İtalyan Kapitalizmi arasındaki ilişkileri anlamadan modern dünya kapitalizmini de anlamak güçtür, Sanayi Devrimi'ne, 18. ve 19. Yüzyıl'ın siyasî devrimlerine kadar giden süreçte, en önemli dönemlerden biri, İtalyan Rönesansı Dönemi idi ki, kapitalizm de ilk kez İtalyan "şehir devletleri"nde uygulanıyor, yayılıyor, kapitalizmin kurumları oluşturuluyordu. meselâ, bankalar, bankerler, borsalar, fabrikalaşma yolundaki manüfaktürler, İtalyan Rönesansı Dönemi'nde yaygınlaşmıştı, 13., 14. ve 15. Yüzyıl'larda.
Da Vinci, Michelangelo gibi ressamlar, heykeltraşlar, mimarlar, mühendisler, İtalyan "şehir devletleri"nin çevresel özelliklerini değiştirmişlerdi bu dönemde. "kilise" de, ressamların, heykeltraşların, mimarların, mühendislerin eserlerine muhtaç idi. Dante, Petrarca gibi yazarlar, şairler de, İtalyan "şehir devletleri"nin halklarının zihinlerini eğitici eserler yaratmışlardı, İtalyanca, Latince, Eski Yunanca gibi dillerde eserler yazarak dillerin de geliştirilmesine liderlik yapıyorlardı. Dante, "İlâhi Komedya" ile dünya edebiyatının doruklarında idi, yüzyıllar sonra, hâlâ Dante'nin eserleri ile yaşıyor insanlık.
bir yandan da, eğitim kurumları oluşturuluyordu, İtalyan Rönesansı Dönemi'nde, okullarda sanat, bilim, felsefe, din, ekonomi gibi alanlarda eğitici faaliyetler yapıyorlardı.
İtalyan Rönesansı'nın bir özelliği de, eski edebiyatların, eski felsefelerin canlandırılması idi, Eski Roma ve Eski Yunan eserleri yeniden yayınlanıyor, yeniden yorumlanıyor idi. Platon, Aristoteles, Epikuros, Herakleitos, Plotinos, Herodotos, Homeros, Tacitus, Terentius, Lukianos, Laertius, Sophokles, Aristophanes, Horatius gibi eski filozofların eserleri, İtalyan Rönesansı sırasında yeniden yayınlanıp okunmuşlardı.
İtalyan Rönesansı eserleri tüm dünyaya yayılmıştı bir süre sonra. kapitalizm de, İtalyan "şehir devletleri" ile kalmadı, tüm Avrupa'ya yayıldı, önce Hollanda, Danimarka, İspanya, sonra da İngiltere, Fransa, Portekiz, Macaristan, Avusturya gibi ülkelere yayıldı, "feodalizm" ile "kapitalizm" arasında, yüzyıllar süren bir rekâbet, bir savaş yaşandı. "kilise" de, "toprak sahibi feodal sınıflar" ile "kapitalist burjuva sınıflar" arasındaki rekâbette yer almıştı.
İtalyan Rönesansı Tarihi ile ilgili kaynakları araştırmak, okumak, Türkiye'nin kültür tarihini ve Türkiye Kapitalizmi'nin tarihini anlamak için de zorunlu bir ödevdir. İtalya'dan Osmanlı ülkesine gelen Galatalılar, Venedikliler ve Cenevizliler, Osmanlı Kapitalizmi'ne, Osmanlı "şehir ekonomileri"ne "sponsorluk" yapmışlardı. İstanbul'un banker kapitalist Galatalılar'ı, Cenevizlileri, Osmanlı Kapitalizmi'nin ilk büyük malî faaliyetlerinde yer almışlardı.
manevî kültür, sanat ve bilim ile ekonomi, ticâret ve maliye arasındaki ilişkileri anlamak için de, İtalyan Rönesans Tarihi ile İtalyan Kapitalizmi Tarihi'ni Osmanlı Kapitalizmi Tarihi ile karşılaştırmak gerekir. bir yanda, "şehir devletleri"nden oluşmuş bir İtalya, bir yanda, "çok milletli", "şehir ekonomileri"ne ve "şehir kültürü"ne bağlı bir Osmanlı ülkesi.
Fatih Sultan Mehmet, bu bağı daha 15. Yüzyıl'da anlamış, İtalya'dan konuklar ağırlamış, İtalyanca çalışmış, Osmanlılar ile İtalyanlar'ı birbirine yaklaştırmak için çaba harcamıştı.
ama, İtalyan Kapitalizmi, çok erken yüzyıllarda gelişirken, Türkiye Kapitalizmi -öncesinde Osmanlı Kapitalizmi- çok geç yüzyıllarda gelişmişti.
İtalyan Rönesansı'nın, insanı, yalnız bir üretim gücü, bir piyasa müşterisi ya da bir memûr olarak değil, farklı yetenekleri ile, sanatsal, estetik, bilimsel, dinsel, felsefî yetenekleri kavramış olması, dünyanın geleceğinde de etkileyici bir tarihsel kalıt olarak fark edilecek. dünyayı yok olmaktan ya da sefâletten kurtaran bir kalıt da, İtalyan Rönesansı'dır.
SİNAN ÖNER

Tuesday, December 20, 2011

Doğu Avrupa'da Demokrasi Tarihine Bir Bakış

Çek Cumhuriyeti Eski Cumhurbaşkanı Vaclav Havel'in ölümü ile, Doğu Avrupa'da "merkeziyetçi sosyalizm"den "demokratik sosyalizm ile demokratik kapitalizmin sentezi"ne geçişin önemli bir liderini yolcu ediyoruz. Vaclav Havel, Türkiye'ye de demokrasiyi önermiş, bir çok okuruna ve izleyicisine düşüncelerini anlatmış bir yazar ve devlet adamı idi.
Doğu Avrupa'da demokrasi tarihine bir bakmakta yarar var, Havel'i yolcu ederken.
1945'de, İkinci Dünya Savaşı, Sovyetler Birliği, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, "De Gaullecü" Fransa ve başka demokrasi devletlerinin zaferi ile sonuçlanınca, dünyada bir demokrasi akımı yayılmıştı. bir yandan, eski dikta rejimleri yerine demokratik rejimler kurulmuş, bir yandan da yeni demokratik ve sosyalist devletler kurulmuştu. Türkiye'de de, 1946'da "çok partili rejim"e geçilmişti. Balkanlar'da yeni devletler kuruldu, Doğu Avrupa'da Sovyetler Birliği'nin liderliğinde yeni devletler kuruldu, bazı eski devletlerin de rejimleri değiştirildi, demokrasiye geçildi.
meselâ, Almanya ikiye bölünmüştü, Federal Almanya Cumhuriyeti ile Demokratik Almanya Cumhuriyeti olarak. İtalya'da Hristiyan Demokrat-Komünist Koâlisyonu kurulmuş, "faşizm"den "demokrasi"ye geçilmişti. Fransa'da, Mareşal Petain Hükümeti yıkılmış, De Gaulle'ün liderliğinde yeni bir Fransa kurulmuştu. Macaristan'da, Polonya'da, Çekoslovakya'da, Romanya'da, Bulgaristan'da "sosyalist cumhuriyetler" kuruldu. Balkanlar'da, Sırbistan, Makedonya, Slovenya, Hırvatistan, Bosna Hersek gibi devletlerin birliği ile, Yugoslavya Federal Sosyalist Cumhuriyeti, Mareşal Tito'nun liderliğinde kurulmuştu. Yunanistan'da da, demokrasiye geçilmişti. İspanya'da, Franco Rejimi bir süre daha sürecekti. Portekiz'de de, bir süre sonra Salazar Diktatörlüğü kuruldu. Avrupa'da, ne yazık ki, Portekiz ve İspanya'da, 1945 sonrasında da diktâ rejimler sürmüştür. demokrasi, ancak 1970 ile 1980 arasında kurulmuştu, Portekiz ve İspanya'da. Asya'da, yeni demokratik ve sosyalist devletler kuruldu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında. 1949'da, Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu. aynı yıllarda, Hindistan'da Gandhi'nin liderliğinde demokratik bağımsız bir devlet kuruldu, "kolonicilik" terk edildi. aynı dönemde, Afrika'da bir çok halk, "kolonicilik"ten kurtuldular, bağımsız devletler olarak yaşamaya başladılar. Güney Afrika'da ise, "ırkçı bir rejim", 1990'lara kadar geçerli oldu. ama, Kuzey Afrika ülkelerinde, bağımsız devletler kuruldu, çoğu da demokrat ya da sosyalist liderlerin çabaları ile kurulmuştur.
Doğu Avrupa'da, 1946 ile 1991 arasındaki "sosyalizm tarihi", 1991'den bugüne kadar bir "demokrasi tarihi"ne dönüşmüştür, 1946 ile 1991 arasında Doğu Avrupa devletleri "kapitalizm"den uzaklaşmayı seçmişlerdi, ama, 1991'den itibâren "kapitalizm"le uzlaşmayı ya da "demokratik, sosyal bir kapitalizm" kurmaya girişmişlerdir. Doğu Avrupa'daki siyasî partiler de değiştiler, çoğunun adları değişti, programları değiştir, tüzükleri değişti, yapıları ve kadroları yenilendi, yeni siyasî kurumlar oluşturulurken, Avrupa Birliği'ne de uyumlu bir Doğu Avrupa'nın, Batı Avrupa ile uzlaşmış bir Doğu Avrupa'nın oluşturulması için çaba harcandı.
işte, Çekoslovakya'da Vaclav Havel, Polonya'da önce Jaruzelcki, sonra da Lech Walesa, Bulgaristan'da Jelev ve Stayanov, Romanya'da İliescu, Arnavutluk'ta Nano ve Berişa gibi yeni devlet adamları, yeni liderler yetiştiler. eski liderler çoğu ülkede yönetimden uzaklaştırıldılar. Demokratik Almanya'da Honecker yönetimden uzaklaştırılırken, bir süre sonra, Federal Almanya ile Demokratik Almanya, tek Almanya olarak birliği sağladılar, Helmut Kohl'ün liderliğinde. bu değişmelerde, Sovyetler Birliği'nde, Gorbachev ve Yeltsin'in lider oldukları Perestroyka ve Glasnost politikalarının önemli bir esin kaynağı olduğu, somut olarak da Sovyet devlet adamlarının yeni önerileri, yeni tezleri ile Doğu Avrupa'nın yenilendiği bir gerçek idi.
1991'de, Sovyetler Birliği de dağıldı, önce Gorbachev, Honecker gibi yönetimden uzaklaştırıldı, sonra da Sovyet Devletleri'nin çoğu Bağımsız Devletler Topluluğu'nu kurdular, Sovyet Rejimi de terk edildi, yeni demokrasiler, bağımsız devletler kuruldu. Ukrayna, Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan, Belarusya, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan gibi bağımsız devletler kuruldu, yeni yasalar yaptılar, demokrasiye yöneldiler. bu yeni devletlerin liderleri, daha çok eski Sovyet yöneticilerdi, Yüksek Sovyet üyeleri idiler. böylece, Doğu Avrupa ve Asya'da, 1985'ten itibâren bir "demokrasi tarihi"nden bahsetmek doğaldır. Sovyet "merkeziyetçi rejim"inden, "demokratik bağımsız rejimler"e geçiş sağlandı.
Vaclav Havel, Doğu Avrupa'daki değişimlerin, sosyal sorunlara neden olmadan, yeni sosyal kavgalara ve gerginliklere neden olmadan gerçeklemesi için çaba harcamış bir liderdi.
2012'ye yaklaşırken, önümüzdeki yıllarda, Doğu Avrupa'da ya da Asya'da neler olacağını önceden bilmek mümkün değildir. hâlâ, bir değişim akımı, bir demokrasi akımı, bir yenilenme akımı vardır, hâlâ, Doğu Avrupa'da ve Asya'da, eski Sovyet ya da eski sosyalist ülkelerde, siyasî akımlar, sosyal demokrasi ve yeniden yapılanma yönünde sosyal çabalar sürmektedir, yönetimlerin yönetilen çoğunluklara yanıt vermeleri için hâlâ birtakım talepler sosyal alanda ya da siyasî alanda belirmektedir. Avrupa Birliği, bu anlamda, Batı Avrupa ile Doğu Avrupa arasındaki ilişkilerin tarihinin bir gerçekleşmesi olarak yürümektedir.
SİNAN ÖNER

Sunday, December 11, 2011

Avrupa Birliği="Para Birliği"="Devletler Birliği"

Avrupa Birliği, aylardır, "para birliği" ve "devletler birliği" olmak özelliklerinin getirdiği sorunları yaşıyor, tartışıyor. Avrupa Birliği, hem bir "parasal birlik", bir "Euro Birliği", hem de bir "siyasî birlik", "devletler birliği". Avrupa Birliği'ne üye devletlerin yaşadığı "ekonomik", "malî", "ticarî" sorunlar, Avrupa Birliği'nin "hukuk birliği" olarak, bir "siyasî birlik" olarak ödevler yüklenmesine neden oluyor, Avrupa Birliği üyesi devletlerin birbirlerine karşı sorumluluklarını tartışmalarına neden oluyor.
geçenlerde, Yunanistan ile Avrupa Birliği üyesi öteki devletler arasında "Euro", "krediler", "borçlanma", "kamusal harcamalar" gibi konularda tartışmalar yaşandı. Avrupa Birliği üyesi bir devlet olarak Yunanistan, yaşadığı ekonomik ve malî sorunları aşmak için Avrupa Birliği üyesi öteki devletlerden yardım istedi, hatta Yunanistan Başbakanı Papandreu -şimdi Başbakan değil-, Avrupa Birliği üyesi öteki devletlerin yöneticileri ile yaptığı görüşmelerde, Yunanistan'ın üyeliğini de tartışmak zorunda kalacaklarını söyledi. sonunda, Yunanistan'da hükümet değişti, bir ekonomist, Papadimitriu, Yunanistan Başbakanı olarak yeni bir hükümet kurdu. ama, Avrupa Birliği üyesi devletler de, "Euro", "para birliği", "kredilendirme dağılımı", "kamu ekonomileri" ve başka konularda tartışmalar yapmak zorunda kaldılar. Avrupa Birliği üyesi devletler arasında hükümetleri değişen başka ülkeler de vardı, İspanya'daki seçimleri muhafazakârlar kazandı, Rajoy, yeni hükümeti kurma ödevini yüklendi. İtalya'da, Berlusconi istifa etti, Mario Monti İtalya Başbakanı olarak yeni bir hükümet kurdu. Portekiz'de de yeni bir hükümet kuruldu.
Avrupa Birliği, bir "para birliği" ve bir "devletler birliği" olarak gerçekleşmiş bir birlik. "Euro"nun "tek para birimi" olarak seçilmesi, birtakım sorunlara neden oldu. İngiltere, hâlâ "tek para birimi"ne geçmedi, "Euro"yu değil, hâlâ "Sterlin"i kullanıyor. bazı Avrupa Birliği üyesi devletler de, "Euro" konusunda tartışıyorlar hâlâ.
daha önce, Avrupa'nın farklı devletleri, asırlarca farklı para birimleri kullanmışlardı. Alman Markı, Fransız Frangı, İtalyan Lireti, Hollanda Florini, Danimarka Kronu gibi millî para birimleri, dünya ekonomisini yönetmişlerdi, Amerikan Doları, Sovyet Rublesi, Japon Yeni, Suudi Arabistan Riyali gibi öteki millî para birimleri ile. ama, Sovyetler Birliği'nin dağılması ile, millî para birimleri Asya'da, Doğu Avrupa devletlerinden yeniden yayıldı, gündeme geldi, kabûl edildi. bir yandan böyle bir gerçek varken, Avrupa Birliği kuruldu, "Euro", Avrupa Birliği'nin "tek para birimi" olarak kabûl edildi. Avrupa'daki malî eğilimler ile Asya'daki malî eğilimler birbirinden farklıydı. bir yandan birlikleşme eğilimi güçlenirken, bir yandan da eski birlikler dağıldı, millî devletler kuruldu, millî para birimleri güçlendirildi. dünya ekonomisi, genel olarak birlik eğilimi ile koşullanamadı yine de, çünkü özellikle Asya'da, bir dağılma ve farklılaşma eğilimi ekonomileri koşullandırdı.
Avrupa Birliği'nin, geçmişte, "kapitalist ekonomiler" ve "sosyalist ekonomiler" olarak bölünmüş olması da, tarihsel bir koşullanma olarak bugünün koşullarını etkiliyor. Avrupa Birliği üyesi devletlerin, geçmişte "kapitalist" ve "sosyalist" devletler olarak yaşamış olmaları gerçeği, "para birliği" tartışmalarına da yansıyor. dünya ekonomisi, yalnız bir "dünya kapitalizmi" olarak yaşanmıyor bugün, Avrupa Birliği'nin siyasî ve hukukî özellikleri de, "sosyalist" özellikler barındırıyor yapısında. Avrupa Birliği'nin bir "sentez" olma özelliği de, bir süre için geçerlidir. Hegelci deyimlerle yaklaşınca, "tez" dönemi, 19. Yüzyıl'daki "sanayici kapitalizm" dönemi idi, Avrupa devletleri açısından, "antitez" dönemi, 20. Yüzyıl'ın "savaş ekonomileri ve sosyal demokrasinin ve sosyalizmin yayılması" dönemi idi, şimdi de bir "sentez" yaşanıyor, "kapitalizm ile sosyalizmin sentezi" dönemi".
Avrupa Birliği üyesi devletler arasındaki tartışmaları izlerken, Avrupa Birliği'nin, Asya'da bir dağılma ve farklılaşma yaşanırken, bir birlik ve benzerleşme eğilimini güçlendirmesindeki yenilikçi ve reformcu özelliği de fark etmek gerekir. Avrupa Birliği, hem dünya ekonomilerinin ve dünya siyasetinin dağılmasına bir tepki olarak, hem de geçen asırda icat edilmiş bir icat olarak, hem siyasî ve felsefî bir tepki, hem de ekonomi bilimi açısından bir icat olarak, kavranması gereken bir birlik, bir gerçek, bir tarih.
SİNAN ÖNER

Monday, November 28, 2011

Son Yugoslav Başbakan Ante Markovic'in Vefatı

Yugoslavya Federal Sosyalist Cumhuriyeti'nin son Başbakanı Ante Markovic 87 yaşında vefat etti. Ante Markovic, Yugoslavya'dan bölünmesinden bir süre önce Başbakanlık yapmıştı.
Ante Markovic'i yıllardır unutmuştum. bugün dünya basınında Ante Markovic'in vefat ettiğini duyurmuşlar, fotoğraflarını, hakkındaki bilgileri okuyunca Ante Markovic'i hatırladım. Markovic, Yugoslav reformculuğunun bir lideri idi, Sovyetler Birliği'nde Başkan Mikhail Gorbachev'in başlattığı "perestroika" ve "glasnost" hareketlerinin Balkanlar'daki temsilcilerinden biriydi Ante Markovic. Ante Markovic, Mareşal Tito'nun öğrencisiydi elbette, Tito da reformcu idi, Yugoslavya'yı kurarken de, sürdürürken de reformlar yapmaktan korkmamıştı. Slovenya, Hırvatistan, Makedonya, Sırbistan, Bosna Hersek gibi bugün bağımsızlaşmış devletlerin meydana getirdiği Yugoslavya'da reformcu sosyalist ve sosyal demokrat akımlar, Yugoslav milletleri arasındaki savaşlar başlayıncaya kadar sürüp gelmişti, Ante Markovic de bu akımların bir lideri olarak Başbakanlık yapmıştı. Yugoslav milletlerinin birbirleri ile savaşları engellenememiş, ama, savaş sonrası Yugoslav milletleri, bağımsız devletler hâlinde reformlar yapmışlar, bir Balkan Barışı kurulmuştu. Balkan Barışı'nın bir lideri de Ante Markovic idi.
Balkanlar, geçmişte de savaşlarla sarsılmış bir bölgedir. Osmanlı Devleti'nden bağımsızlaşırken, 19. Yüzyıl'da, Balkan milletleri savaşmak zorunda kalmışlardı. daha sonra, 20. Yüzyıl başında da Balkan Savaşı yaşanmıştı. Balkanlar, 1. ve 2. Dünya Savaşı'nı da yaşadılar. 2. Dünya Savaşı'nın ardından, Yugoslavya Federal Sosyalist Cumhuriyeti, Mareşal Tito'nun liderliğinde kuruldu. Mareşal Tito, ölünceye kadar Yugoslavya'yı yönetmişti.
son Yugoslav Başbakan Ante Markovic'i saygı ile anıyorum.
Balkan Barışı'nın 21. Yüzyıl boyunca sürmesi için, Ante Markovic'in 87 yıllık hayatından öğrenilecek çok şey var. Balkan Barışı'nı korumak ve sürdürmek için Yugoslavya Tarihi'ni okumak ve kavramak hâlâ zorunlu, gelecekte, Balkan milletlerinin bağımsız devletler yaratmaları kadar, Balkan Barışı'nı koruyup sürdürmeleri de saygıya değer tarihsel bir başarı olarak kabûl edilecek.
SİNAN ÖNER

Friday, October 14, 2011

Rusya ile Çin İlişkilerinde Yenilikler

Rusya Başbakanı Vladimir Putin, geçen hafta iki günlük bir Çin Ziyâreti yaptı, Pekin'de Çin Halk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Jintao ve Başbakan Jiabao ile toplantılar yaptı.
Rusya ile Çin ilişkilerinde yeni bir döneme girildiği izlenimi doğduğu gibi, Rusya ile Çin Heyetleri anlaşmalar imzaladılar, ekonomide, eğitimde, siyasette yeni işbirliği alanları kurmayı kararlaştırdılar.
Çin'in Rusya'ya kredi ve borç vermesi de, daha doğrusu Rusya'da yatırımlar yapması da kararlaştırıldı.
Putin, Çin'e ziyâretinde iki ülke açısından da yararlı adımlar atılacağını duyurdu, mesajları çoğunlukla iyimser ve olumlu mesajlardı.
Rusya ile Çin'in ekonomi ve teknoloji yatırımları alanında yenilikler yaptığı ve yapacağı da, Putin'in Çin Ziyâreti'nde dünyaya duyurulmuş oldu.
Rusya, 2012'deki Başkanlık Seçimleri öncesinde, Çin'in desteğini kazandı, Çin'in Rusya Halkı'na tarihsel dostluğunun süreceği mesajı iletildi. Çin Hükümeti de, Rus Başbakan Putin'in ziyâreti ile, Asya'da iki büyük devletin işbirliğinin süreceği mesajı ile, daha da güçlendi.
SİNAN ÖNER

Saturday, September 17, 2011

Türkiye, 1999-2002, Bir Rapor Denemesi (2)

Türkiye Ekonomisi, 1999 ile 2002 yılları arasında, "kriz"ler yaşadı, ciddî sorunlara muhatap kaldı. DSP-MHP-ANAP Koâlisyonu, esas olarak ekonomik konulara mesâi yapmıştı.
2 Ekonomi 1999-2002
Türkiye Ekonomisi, üretim ve tüketim açısından, 1999 ile 2002 arasında neler yaşamıştı? üretim deyince, tarımsal, endüstriyel, entelektüel üretim alanlarından bahsediyoruz. ticâret, ulaşım, eğitim, ev ekonomisi gibi ekonomik faâliyet alanlarını da incelemek gerekir.
"malî kriz"in 2000 yılında iyice yaygınlaştığını yazmıştım. "malî kriz", yalnızca "parasal kriz" değildir elbette. sosyal ekonomide bir "kriz" gözlenmekteydi, sanayi işletmeleri güç duruma düşmüşlerdi, bazıları da iflâs etmek zorunda kaldılar, tarımsal üretimde "kriz" vardı, köylüler ya da üreticiler "kriz"in nedenleri değil, muhatapları olarak yaşıyorlardı. tarımsal üretimin ekonomideki ağırlığına yönelik eleştiriler, "kriz" sırasında unutuldu. ticâret de, "kriz" yaşıyordu, ihracât ile ithalât dengesi bozulmuş, dış borçlanma artmış, iç ticâret de, bankaların iflâsı ile "kriz"in yayılmasının bir kanıtı olmuştur.
Başbakan Ecevit, Doktor Kemal Derviş, Devlet Bahçeli gibi ekonomiden anlayan siyasî liderler, IMF ile, Dünya Bankası ile, bazı "zengin" devletlerle ilişkilere yönelmişler, "kriz"in Türkiye Ekonomisi'ni tümüyle iflâs ettirmesine engel olmak için siyasî, diplomatik girişimler yapmışlardır.
Ecevit'e göre, "erken seçim" kararı yanlıştı, özellikle de ekonomi açısından. Ecevit, bir yıl daha bekleyip, ekonomik programın sonuçlarını almak gerektiğini çok söylemişti, ama, iknâ edemediği gibi, 2002 Seçimleri'nde DSP oyları % 1,2'ye kadar düşmüş idi. seçmenler, "kriz"in etkisi ile, siyasî tercihlerini de değiştirmişler, sosyal demokrat oylar CHP'ye yönelmiş, DSP "kriz"in nedeni olarak algılanıp Meclis dışında bırakılmıştı.
Ecevit, bunun doğal olduğunu da sonradan söyledi, aslında, seçmenlerin yeni tercihleri doğaldı, demokrasinin de özelliği bunda idi, hükümetler seçmenlere göre yanlış yaparsa -seçmenlerin aleyhine politikalar yürütürlerse-, seçmenler de tercihlerini değiştirirler.
Ecevit, 2002 Seçimleri'nde herşeyin değişmesini, esas olarak ekonomiye bağlamıştı, "ekonomik kriz"e, hatta Doktor Kemal Derviş'in önerdiği ve uygulattığı programa bağlamıştı. Ecevit'e göre, seçmenler, Ecevit'i Kemal Derviş'e desteği nedeniyle hükümetten düşürmüşlerdi.
siyaset ile ekonomi arasındaki etkileşimlerin bir örneğini, 1999 ile 2002 arasında, DSP-MHP-ANAP Koâlisyonu sırasında yaşadık, Doktor Kemal Derviş de, bu örneği şahsında yaşadı, siyasî konular ya da siyasî karakterler ile ekonomik konular veyâ ekonomi karakterleri arasında yaşanan bir tarih.
"borsa krizi" de, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Başkanı Tuncay Artun'un vefâtına neden olacak kadar ciddî bir "kriz" idi, İMKB'deki "reform"lara rağmen, depremlerin de etkisi ile yayılan "kriz"e İMKB de muhatap kaldı, "hisse senedi piyasası" ile "para piyasası" aynı anda ciddî sorunlar yaşadılar.
BDDK'nın kuruluşu, ya da Sermaye Piyasası Kurulu'nun harekete geçirilmesi veyâ Ekonomik ve Sosyal Konsey'in kurumsallaştırılması, "ekonomik kriz"e "subjektif müdâhale"ler yapmak isteyen Başbakan Ecevit'in ekonomi kavrayışını anlamak bakımından ilginç politikalardı. Ecevit, "ekonomik kriz"e siyaset açısından yanıtlar aramış, bazı durumlarda yanıtlarında başarılı da olmuştur.
ama, "ekonomik kriz", 2002'deki seçimlerde, oyları etkiledi, ve % 50'nin üstünde bir halk desteği ile hükümet olan DSP-MHP-ANAP oyları % 15'lere kadar düştü, üç siyasî parti de Meclis dışında kaldılar.
tarım, sanayi, ticâret alanlarında iflâslar yaşandığı gibi, eğitim, ulaştırma gibi alanlardaki "ekonomi" de zarar görmüş idi, Kemal Derviş, "reel sektörler"e yöneleceğini ilân ederken, sosyal ekonomiyi yürütenlere, üreticilere, yatırımcılara yaklaşmak istemiş, onlarla düşünce alışverişi içinde ekonomi politikaları geliştirmek ve uygulamak istemişti.
deprem bölgelerinde ise, bir onarım faâliyeti vardı, yeni yapıların inşa edilmesi vardı, DSP-MHP-ANAP Koâlisyonu, deprem bölgelerindeki inşa faâliyetlerine ağırlık vermişlerdi, dış krediler aldılar, deprem bölgelerindeki halkın yeniden bir ekonomi alanı yaratmasına yardımcı oldular; bir "deprem ekonomisi" de, 1999 ile 2002 yılları arasında geçen süreyi açıklayan bir deyimdir, özellikle deprem bölgelerinde "özel bir ekonomi" kurulmuş, şirketler, bankalar, devlet kurumları, "özel önlemler" almışlardı.
IMF ile yapılan anlaşmalar da, sürekli gündemde idi!
IMF Türkiye Temsilcisi Cottarelli, Türkiye'de uzun süreler "müfettişlik" yapmıştı. Dünya Bankası yöneticileri de, Türkiye'yi yalnız bırakmamışlardı, Ecevit'i sürekli ziyâret etmişlerdi.
Ecevit, ekonomi alanında son bir öneri olarak da "Köykent Projesi"ni önermişti, bazı köylerin kentsel üretim olanakları ile bir anlamda kentleşmesi için hükümet liderlik yapacaktı. Ecevit'e göre, köyler modernleşmeli, kentlere bağımlılıktan kurtulmalı, ama kentlerin olanaklarına sahip olmalıydılar. Ecevit'in getirdiği bu öneriyi gerçekleştirme yönünde, DSP-MHP-ANAP Koâlisyonu bazı somut adımlar atmıştı.
SİNAN ÖNER

Friday, September 16, 2011

Türkiye, 1999-2002, Bir Rapor Denemesi (1)

Türkiye'nin siyasî, ekonomik, hukuksal, kültürel, sportif, askerî, dinsel bir raporunu yazmak mümkün mü? elbette, bu, kurumsal bir çalışma olmalıdır, çeşitli uzmanların katkılarını almak doğru olur.
ama, ben, Sinan Öner's Road sayfalarında, 1999 ile 2002 arasında Türkiye'nin bir raporunu yazmayı bir ödev biliyorum, bir deneme niteliğinde olsa bile.
1 Siyaset, 1999-2002
1999'da 18 Nisan'da, Türkiye'de genel seçimler yapılmıştı!
seçimlerde, Ecevit'in liderliğindeki Demokratik Sol Parti, % 21 kadar halk desteği kazanmış, birinci parti seçilmişti. Bahçeli'nin liderliğindeki Milliyetçi Hareket Partisi, % 18 kadar halk desteği kazandı, ikinci parti seçildi. Yılmaz'ın liderliğindeki Anavatan Partisi de, % 13 kadar halk desteği kazanmıştı. üç parti, bir koâlisyon hükümeti kurdular, Ecevit Başbakan oldu, Bahçeli ve Yılmaz da Başbakan Yardımcıları oldular.
Bakanlar Kurulu'nda, Dışişleri Bakanı İsmail Cem idi, İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, Millî Savunma Bakanı Sabahattin Çakmakoğlu, Kültür Bakanı İstemihan Talay oldular, Bakanlıklar üç partinin aldığı desteğe göre paylaşıldı.
Türkiye, yeni bir durum yaşıyordu, 1991'deki DYP-SHP Koâlisyonu'ndan bugüne ilk kez bir "kriz" değil, "reform" umudu vardı.
ne var ki, öyle olmadı!
"reform"lar yapılacakken, siyasî, sosyal "kriz" derinleşti. işçi, memûr, köylü protestoları yaygınlaştı, IMF programları aleyhine toplantılar, mitingler yapıldı. Türk-İş, DİSK, Hak-İş, KESK, Kamu-Sen gibi sendikal birlikler, Emek Platformu'nda biraraya geldiler ki, aynı sırada, Başbakan Ecevit, Ekonomik ve Sosyal Konsey kurmuş, Konsey'de çalışanların da en güçlü biçimde temsil edileceğini duyurmuş idi.
Haziran, Temmuz, Ağustos 1999 tarihleri, büyük kentlerde mitingler, yürüyüşler yapıldı. ama, Ağustos 1999'da, Türk-İş Genel Sekreteri Şemsi Denizer bir suikâst sonucu vefât edince, Emek Platformu protestolarına bir süre ara verdi. Başbakan Ecevit, Şemsi Denizer'in cenâze törenlerine Bakanlar'ın katılmasını istedi, Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan'ın da katılımı ile Şemsi Denizer, Zonguldak'ta lideri olduğu madencilerin çalıştığı topraklarda gömüldü. Başbakan Ecevit, suikâstin koâlisyon'a yönelik bir saldırı olduğunu söylemişti, protestoların bir süre durmasının da faydalı olacağını belli etti.
17 Ağustos 1999'da, Gölcük-Adapazarı merkezli iki büyük deprem aynı anda oldu. onbinlerce yurttaş depremde vefât ettiler, yüzbinlerce yurttaş da yaralanmış, binlerce binâ yıkılmıştı. 17 Ağustos Depremi, DSP-MHP-ANAP Koâlisyonu açısından erken bir vedâ töreni gibi oldu. yine de, koâlisyon depremin hasarlarını gidermek için hızlı bir biçimde çalıştı, kentlerin onarılmasına liderlik yaptı.
"reform" derken, doğal felâketlerin getirdiği sosyal felâketlerle "kriz" gelmişti, 2000'de "ekonomik kriz" yayıldı, "malî kriz" derinleşti, bankalar çöktüler, iflâs ettiler, "borsa krizi" ya da "parasal kriz", "malî kriz"in bir boyutu olarak yaşandı, Türkiye, krediye, borçlanmaya, IMF ve Dünya Bankası'nın yardımlarına muhtaç kalmıştı. Ecevit, Dünya Bankası'nda çalışan eski arkadaşı Doktor Kemal Derviş'i Türkiye'ye dâvet etti, Kemal Derviş Başbakan Yardımcısı olarak Ekonomi Bakanlığı'nı devraldı.
Doktor Kemal Derviş, IMF ile yeni anlaşmalar yaptı. Dünya Bankası yardımlarını programladı. Ecevit'i de, Avrupa Birliği'ne üyelik konusundaki politikalarında cesâretlendirdi. Ecevit, Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile, Avrupa Birliği'ne aday üyelik yolunda önemli adımlar atmıştı, Türkiye, Avrupa Birliği'nin aday üyesi olmuş, koâlisyon'a Batılı destek çoğalmıştı.
ama, "işsizleşme", ya da "malî kriz"in getirdiği iflâslar, "işten çıkarmalar" da artmıştı, yüzbinlerce yurttaşın "işsiz" kaldığı basın'daki haberlerde yer aldı. şirketler, çalışanlarını azaltmış, kalanları da ücret sınırlandırmalarına mecbûr kılmıştı. fabrikalar kapanmış, binlerce işçi erken emekli olmak zorunda kalmışlardı. 2000 yılı, "kriz"in yayılması ile geçmişti.
2001'de, "siyasî kriz" ağırlaşmıştı.
Demokratik Sol Parti ile Anavatan Partisi'nde istifâlar yaşanmıştı. partiler bölünmekteydi. MHP'de de istifâlar oldu, bölünmeler tüm partilere yayıldı. Ecevit, Doktor Kemal Derviş'le 15 ay kadar çalıştıktan sonra, Derviş'in istifâsını istemişti. Doktor Kemal Derviş, 2002'de, Cumhuriyet Halk Partisi'ne üye oldu.
2002 Seçimleri'nde CHP Milletvekili seçilmişti, Doktor Kemal Derviş.
ama, 2001, tam anlamı ile bir "durgunlaşma" getirdi! "erken seçim" olacağı belliydi. halbûki, 1999'da koâlisyon kurulurken herkes ne kadar da umutlu idi!
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Ecevit arasında Millî Güvenlik Kurulu toplantılarında yaşanan gerginlikler, hatta dışa taşan karşılıklı tepkiler, "siyasî kriz"in Cumhurbaşkanlığı'nı da içine aldığını göstermekteydi. Sezer, Ecevit'e Anayasal kuralları ve ilkeleri hatırlatmış, Ecevit de, Sezer'i "küstâhlık" ve "terbiyesizlik"le suçlamıştı! sonradan gerginlikleri aşmak istedilerse de, 2001 yılında, "siyasî kriz" aşılamadı, 2002'de bir "erken seçim" olması için Cumhurbaşkanlığı da bir siyaset izledi.
2002 yılında, Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de, "siyasî kriz"i aşmak için yol aradığını duyurmuş idi, Demirel, TV'lerde, gazetelerde, düşüncelerini açıkladı, "erken seçim" önerdi.
MHP Lideri Başbakan Yardımcısı Bahçeli de, "erken seçim" önerince, Başbakan Ecevit, "siz bilirsiniz!" deyip Meclis'i göreve dâvet etti, "erken seçim" kararı alındı.
2002 Seçimleri'ne giderken, iç siyaset "kriz" ile koşullanmışken, dış siyasette İsmail Cem'in çabalarının da getirdiği bir umut vardı! Irak Sorunu ile ilgili İsmail Cem bazı adımlar atmıştı, bölge devletlerinin dış siyaset yöneticilerini İstanbul'da topladı, savaşın ve çatışmaların doğru bir siyaset olmadığını anlattı, demokrasi, barış, ekonomik reformlar, turizm, kültürel alışveriş gibi sosyal siyasetlerin tercih edilmesini önerdi, İsmail Cem, sosyal ve siyasî demokrasinin Ortadoğu devletleri açısından da geçerli yol olduğunu anlattı. Ecevit de, İsmail Cem'i yaptığı girişimlerde destekledi, Avrupa'ya, Amerika'ya, Ortadoğu ülkelerine, Hindistan'a geziler yaptı.
1998'de, terörist Öcalan'ın Kenya'da yakalanıp Türkiye'ye getirilmesi, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yargılanması, İmralı'da müebbet hapse mahkûm edilmesi ardından, Başbakan Ecevit, Irak ve öteki komşu devletler ile ilgili daha olumlu, daha "yapıcı", daha "barışçı" bir siyaset izlemeyi koâlisyon üyelerine önermiş, destek almıştı. aynı dönemde, "idâm cezâsı" da Meclis'te kaldırıldı, DSP-MHP-ANAP Koâlisyonu'nun yaptığı "adlî reform"lardan biri idi, "idâm cezâsı"nın kaldırılması.
dış siyaset, dış ekonomik ilişkiler ile etkileşim yaşıyordu, doğal ki.
kredi anlaşmaları, borçlanma, Türkiye'yi Batılı devletlere yaklaştırmıştı.
Amerika Birleşik Devletleri, 2001'de yaşadığı 11 Eylül Felâketi ardından, Türkiye ile ilişkilerine ağırlık vermişti. Başkan Bush, Başbakan Ecevit ile sürekli görüşmeler yaptı, Ecevit'i çeşitli defalar Washington'da ağırladı. ABD Dışişleri Bakanı Powell de, hem Ecevit'e, hem İsmail Cem'e şahsen de büyük bir ilgi gösterdi, koâlisyonun sürmesi yönünde düşüncelerini belli etti. Irak Sorunu ile ilgili Ecevit'in ve İsmail Cem'in izledikleri siyaset de, ABD Dışişleri Bakanlığı'nı bir süre etkilemişti. ama, 2002 Seçimleri öncesinde, Irak ile ilgili ABD ve Türkiye, birbirlerinden uzak bir siyasete yönelmişlerdir, bir nedeni, koâlisyondaki bölünmelerdir.
İran, Rusya, Ukrayna, Balkan devletleri, Çin, Japonya, Hindistan gibi devletlerle Türkiye'nin siyasî, ekonomik ve başka alanlardaki ilişkileri, Başbakan Ecevit'in liderliğindeki koâlisyon yıllarında, genellikle "ikili ilişkiler" düzeyinde yürümüş, anlaşmalar tazelenmiş, karşılıklı geziler, ziyâretler yapılmış, Birleşmiş Milletler'in çalışmalarında düşünce alışverişleri sürmüştür.
1999 ile 2002 arasında, Kıbrıs Sorunu'nda, Ecevit'in Başbakan olmasının getirdiği avantajlar yaşanmıştı!
Ecevit, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile çok eski bir dost idi, dostluğunu çeşitli alanlarda kanıtlamıştı. Rumlar'la ilişkilerinde, Ecevit, genellikle olumlu ama eleştirici idi, İsmail Cem'in Dışişleri Bakanı olması bir avantaj idi, İsmail Cem bir Yunan dostu idi, Yunanistan ile Türkiye'yi dost devletler hâline getirme siyaseti izlemekteydi. Kostas Simitis, Papandreu, Karamanlis, Bakoyannis gibi Yunan siyasetçilerle İsmail Cem'in dostlukları vardı, koâlisyonun Kıbrıs ve Ege siyasetinde bu dostlukların etkileri olmuştur. iki devletin de NATO ve Avrupa Birliği üyelikleri de, ilişkilerin olumlu bir yolda gitmesi için gereken koşulları getirmekteydi.
Türkiye'nin 1999 ile 2002 yılları arasında bir raporu niteliğinde yazdıklarımın ilk bölümünü burada bırakıyorum. öteki bölümü de, Sinan Öner's Road sayfalarında yayınlayacağım.
SİNAN ÖNER

Thursday, September 15, 2011

Anayasa Mahkemesi'nde Haşim Kılıç'ın Başkanlığı

Anayasa Mahkemesi'nde yeni seçimler yapıldı.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Yüksek Hâkim Haşim Kılıç'ın duyurduğuna göre, Başkanlık seçimlerinde, oyların çoğunluğunu Haşim Kılıç kazandı, üç buçuk yıl daha -65 yaş sınırına kadar-, Yüksek Hâkim Haşim Kılıç, Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak Anayasal ödevlerini yerine getirecek.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ı, Anayasa Mahkemesi Üyeleri'ni kutlarım. seçimlerin faydalı olmasını dilerim, hem Yüksek Yargı açısından, hem de halkın hukuksal sorunlarının aşılması açısından.
Anayasa Mahkemesi, Türkiye'ye 1961 Anayasası ile gelmişti, başka ülkelerde benzerleri vardır.
Anayasa Mahkemesi, 50 yaşında!
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay gibi Yüksek Yargı kurumları arasında yer alır, ama, Yargı'nın en yüksek mevkii'dir.
SİNAN ÖNER

Tuesday, August 30, 2011

30 Ağustos Zafer Bayramı

30 Ağustos Zafer Bayramı kutlanıyor, kutlu olsun!
30 Ağustos 1922'de, Büyük Taarrûz ile, Ankara'da kurulmuş Büyük Millet Meclisi Hükümeti Orduları, Yunan Ordusu -işgâlci ordular- karşısında büyük zaferi kazanmıştı. 29 Ekim 1923'de Cumhuriyet'in ilânına giden sürede, en büyük adımlardan biri idi 30 Ağustos Zaferi.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa idi, Büyük Taarrûz sırasında.
Birinci Dünya Savaşı'nda, Osmanlı Ordusu'nu farklı cephelerdeki savaşlarda savunan Mustafa Kemal Paşa, 1919'dan itibâren yeni bir savaşta idi, Millî Kurtuluş Savaşı idi yeni savaş. 30 Ağustos 1922, yeni savaşın sonu idi, yeni savaşı kazanan bu kez Mustafa Kemal Paşa'nın Başkomutanlığı'ndaki yeni Türkiye hükümeti idi.
30 Ağustos Zafer Bayramı, bugün Türkiye'de ve Türkler'in yaşadığı ülkelerde kutlanıyor.
Yunanistan'da da kutlanıyor! Yunanistan'da yaşayan Türkler de, 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı kutluyorlar.
kaybeden ordular, kazanan orduların zaferlerine katılırlar çoğunlukla.
bugün, Yunanistan ile Türkiye, aynı birliğe üyedir, Avrupa Birliği'nde ya tam ya da aday üyedirler, NATO'ya, Birleşmiş Milletler'e üyedirler.
Ramazan Bayramı, dinî bir bayram olduğu hâlde, farklı dinlerden milletler kutlamalara nasıl ki katılıyorlar!
30 Ağustos Zafer Bayramı'nda iyi kutlamalar dilerim.
SİNAN ÖNER

Monday, August 29, 2011

Necip Torumtay

1987 ile 1990 arasında Türkiye'nin Genelkurmay Başkanı olarak görev yapmış Orgeneral Necip Torumtay vefât etti, basında yer alan haberlere göre. haberlerde ayrıntı yok, bu nedenle, vefâtı ile ilgili bilgileri bilmek de şimdilik mümkün değil.
Orgeneral Necip Torumtay, önce Kenan Evren, sonra da Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanlıkları sırasında Genelkurmay Başkanı idi.
1990'daki Körfez Savaşı sırasında, Özal'la anlaşmazlık yaşadı ve istifâ etti. Torumtay'a göre Körfez Savaşı yanlıştı, Türkiye'nin böyle bir savaşta yer alması da doğru değildi.
Torumtay, 1990'da istifâ ettikten beri basında pek görünmedi, halka yönelik bir politika da yapmadı, Emekli Orgeneral olarak yaşamaya devâm etti, kimseye de bir zarar vermedi, kimseyle savaşmadı. Torumtay, daha derinde bir ahlâk savaşı yaşamıştı, Genelkurmay Başkanlığı'nı büyük tehditlere karşı korumuş bir Orgeneral idi.
Necip Torumtay'ı hep saygı ile hatırlayacağız!
SİNAN ÖNER

Thursday, August 25, 2011

Latin Amerika'da Tarih ve Siyaset

Peru'daki depremin ardından Latin Amerika ile ilgili düşünceler çoğaldı zihnimde. nasıl bir kıta, Latin Amerika? çevresi okyanuslarla çevrili büyük bir karasal alan. bir sürü ülke, bir sürü millet!
Arjantin, Uruguay, Şili, Peru, Paraguay, Brezilya, Venezuela, Kolombiya, Meksika, Guetemala, Honduras, El Salvador, Nikaragua, Haiti, Panama, Dominik, Küba gibi bir sürü devlet, bir sürü millet.
Latin Amerika Tarihi, zengin bir tarih, eski çağ uygarlıkları da zengin, kolonileşmiş sonra da modernleşmiş Latin Amerika Tarihi de zengin. sosyal sözleşmeleri ile dünyaya örnek olmuş bir kıta, Latin Amerika.
Latin Amerikan feodalizmi, Latin Amerikan kapitalizmi ve nihâyet Latin Amerikan sosyalizmi, dünya tarihinin merkezinde yer almasına neden oldu Latin Amerika'nın. sosyalizm, demokrasi, modernizm, Latin Amerika'nın ilk ihtiyaçlarıydı, ilk sarıldıkları ilâçlardı tarihte, bugün de öyledir.
Peru da, öteki Latin Amerika devletleri gibi bir devlet, depremin getirdiği veyâ getireceği sorunları mutlaka aşacak.
SİNAN ÖNER

Wednesday, August 24, 2011

Gazeteci Gündoğdu Homurlu'nun Vefâtı

Tarsus Yenises Gazetesi Sahibi, Gazeteci Yazar Gündoğdu Homurlu vefât etti. Gündoğdu Homurlu, Tarsus'ta, siyasete, kültüre, basına, spora, eğitime on yıllarca liderlik yapmış bir yurttaştı, yıllardır hasta idi, geçen hafta vefât etti.
Gündoğdu Homurlu, AP Tarsus İlçe Başkanlığı yapmıştı, Tarsus İdman Yurdu Spor Kulübü Başkanlığı yapmıştı, çeşitli okulların aile birliklerinde veya koruma derneklerinde başkanlık yapmıştı, günlük yayınladığı Tarsus Yenises Gazetesi ile de Tarsus'un kültür, ekonomi, spor, siyaset gibi alanlarda daha iyi yaşaması için gazetecilik yapıyordu.
Gündoğdu Homurlu ile akraba idik, rastlaşmalarımızda bana hep sevgi ile, saygı ile, ailemizin bir büyüğü olarak davranırdı, "senli benli" olmamız ancak yaşlılık yıllarında mümkün olmuş idi, "senli benli" ama karşılıklı saygının hâkim olduğu bir "dostluk".
Gündoğdu Homurlu'nun dostlarına, aile bireylerine, okurlarına, arkadaşlarına, meslektaşlarına başsağlığı dilerim. Gündoğdu Homurlu, yerel gazetecilik alanında, Türkiye'nin başka il ve ilçelerindeki yerel gazetelerin arasında saygın bir gazete yaratmıştı. Yenises Gazetesi'ne de başsağlığı dilerim; gelecekte, Gündoğdu Homurlu'nun deneyimlerinin getirdiği derslerle gazeteciliği sürdürmelerini dilerim.
son rastlaşmamız "bir kapı önünde" idi, Gündoğdu Homurlu ile, yeni traş olmuş, yürüyordu, az da olsa sohbet ettik, bir vedâymış meğer yaşadığımız!
SİNAN ÖNER

Thursday, May 12, 2011

"Azgelişmişlik", Birleşmiş Milletler, Türkiye

Birleşmiş Milletler, İstanbul'da "azgelişmiş ülkeler"le ilgili bir toplantı yaptı!
"azgelişmişlik", Birleşmiş Milletler'in eski bir sorunu.
1916'da yayınladığı kitapta, Vladimir Lenin, "emperyalizm çağı"nda "azgelişmişlik"in ya da milletler arasındaki "eşitsizlik"in, insanlığın en büyük sorunlarından biri olacağını yazmıştı.
daha sonra, Atatürk de, "Nutuk"da, "azgelişmişlik"in Türkiye'nin de sorunu olduğunu anlatmıştı.
Türkiye'de, "azgelişmişlik" hakkında yazmak ya da konuşmak doğaldı!
Tarihçi İsmail Cem, "Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi"ni yazmış, bu konuda yıllarca çalışmıştı, Dışişleri Bakanı'yken de "azgelişmiş devletler"in yöneticileri ile bir araya gelmekten hiç vazgeçmemişti.
Tarihçi Profesör Stefanos Yerasimos da, "Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye" kitabını, Türkiye'nin "azgelişmişlik" sorunlarına adamıştı, üç ciltlik büyük kitap, yıllarca bu alandaki başlıca kaynaklardan biri olmuştur.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Kee Moon da, İstanbul'da yapılan "azgelişmişlik" toplantılarında yer aldı, açılış törenlerinde konuşmalar yaptı.
Türkiye, "azgelişme" gerçeği ya da "milletler arasında eşitsizlik" sorunları ile sürekli bir savaşım yürütmek zorunda kalmıştır. Osmanlı Devleti'nin "kolonileştirilmesi" yönünde Batılı "emperyalist şirketler" tarafından üretilmiş politikalar, Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yıkılması ile sonuçlanmıştı.
1919 ile 1923 arasında, Türkiye Halkı'nın yaptığı savaş, "azgelişmişlik"e, "eşitsizlik"e, "kolonileştirilme"ye karşı yapılmış bir savaştı, savaşın Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk, 1923'de Türkiye Cumhuriyeti'ni ilân ederken, ilk müttefiki, Vladimir Lenin'in Başkanı olduğu Sovyetler Birliği idi.
Birleşmiş Milletler'in 21. Yüzyıl'da "azgelişmişlik" ya da "eşitsizlik" sorunlarını aşmak için neler yapacağını anlamak ya da bu alanda öneriler getirmek için, "azgelişmişlik" konularındaki Birleşmiş Milletler raporlarını araştırmak, okumak çok faydalı olur!
SİNAN ÖNER

Saturday, April 30, 2011

Rusya'da 2012'de Başkanlık Seçimleri Var

Rusya'da 2012'de Başkanlık Seçimleri var.
Kremlin Sarayı'nın yeni sahibi kim olacak?
Rusya'nın 21. Yüzyıl'daki politikalarını kimler saptayacak?
Rusya'daki siyasî sözleşmelerle sosyal sözleşmeler arasındaki farklar nasıl giderilecek, siyasî, sosyal sözleşmeleri kimler yönetecek?
muhâlif lider, DUMA üyesi Jirinovski'nin 2012 Seçimleri'nde Başkan adaylığını şimdiden duyurduğunu okudum geçenlerde. Jirinovski'nin adaylığı normal, önceki seçimlerde de aday olmayı seçmişti Jirinovski.
Rusya, Asya'daki topraklarının, Asya'daki kentlerinin, köylerinin siyasî temsilcisi olarak, Milliyetçi Lider Jirinovski'ye Kremlin'i yönetme yetkilerini verecek mi? Jirinovski, Asya ile sınırlanmış değil elbette! ama, milliyetçiliğin Rusya'daki kaynakları daha çok Asya topraklarında.
Rusya Komünist Partisi Lideri Gennady Zyuganov da Başkanlık Seçimleri'nde aday olmayı düşünecek herhâlde. geçen Başkanlık Seçimleri'nde Zyuganov % 19 kadar seçmen desteği kazanmıştı.
Medvedev, Putin, Lavrov gibi bugünkü liderlerin 2012'de yeniden Kremlin'i yönetmek için aday olup olmayacaklarını bilmiyorum.
ama, bir yenilenme, bir tazelenme şart, Rusya'nın 21. Yüzyıl'da daha güçlü bir devlet olması için 2012 Başkanlık Seçimleri'nin önemi belli.
SİNAN ÖNER

About Me

My photo
Mersin, Türkiye
Historian, Poet, Translator, Novelist, Cinema Writer