Geçen hafta, Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde, "Ruhun Gıdası" Projesi kapsamında, bir resim ve heykel sergisi açıldı, Japon Ressam ve Heykeltraşlar açmıştı sergiyi.
ben de, "Ruhun Gıdası" Projesi'ne 1999'dan beri destek oluyorum, hemen her yıl, Kocaeli'ndeki, Değirmendere'deki sergileri, toplantıları, törenleri izliyorum.
bu yıl da öyle yaptım!
Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nin İzmit, Anıtpark Yerleşkesi'ndeki serginin açılış törenlerinde yer aldım, törenler kalabalık idi, Kocaeli Üniversitesi Rektörü Profesör Sezer Komsuoğlu da törenlerde yer almıştı, Kocaeli Vali Yardımcısı, Kocaeli Üniversitesi Profesörleri, Öğretim Üyeleri, Öğrenciler, Japonya'dan konuk gelmiş AİCAT Başkan Yardımcısı Nakahama, AİCAT Yöneticisi Çevirmen İnan Öner, Değirmendere Belediyesi Eski Başkanı, başka ilgililer sergi açılışında yer aldılar.
"Ruhun Gıdası" Projesi, 17 Ağustos 1999 Depremi'nin ardından, depremzede halk'a Japon Ressam ve Heykeltraşlar'ın manevî bir katkısı olması amacı ile başlamıştı, önce Değirmendere'de bir sergi açmıştık, açılışlarda yer almıştım, sonra da, Ankara Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde, İzmir Fuarı Kültür Merkezi'nde, Mimar Sinan Üniversitesi'nde, Kocaeli Belediyesi Güzel Sanatlar Galerisi'nde sergiler açıldı, 63 kadar eser sergilendi. eserler, önce Değirmendere Belediyesi'nce korundu, sonra da, bir anlaşma ile Kocaeli Üniversitesi'nce korunmasına kadar verildi. "Ruhun Gıdası" Projesi, hemen her yıl, farklı Japon sanatçıların sergileri ile devâm ediyor, Japon Ressam Haruki Sakuraba da, geçen yıllarda, Kocaeli Belediyesi Güzel Sanatlar Galerisi'nde sergi açmıştı.
Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı ile, Öğretim Üyeleri ile sohbetlerimiz oldu, Hereke'deki Güzel Sanatlar Fakültesi Kampüsü'nde, Sosyal Tesisleri'nde kaldık, Kocaeli Üniversitesi'nin Umuttepe Kampüsü'nde, Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyeleri'nin katılımları ile bir akşam yemeği de yedik; Dekan Profesör Mehmet Reşat Bey de bir konuşma yaptı, Japon konuklarımıza teşekkür etti, "Ruhun Gıdası" Projesi'nin gelecekte de, Türkiye ile Japonya arasındaki kültürel, sanatsal, manevî bağların güçlenmesine yardımcı olacağını söyledi. Güzel Sanatlar Fakültesi, Anıtpark Yerleşkesi'ndeki sergi açılışını da hazırlamıştı, bir açılış kokteyli yaptık.
"Ruhun Gıdası", 11 Yıl'dır, depremzede yurttaşlarımıza resimler, heykeller sergilediği gibi, Japonya'dan konukların depremzedelerle sohbetlerine, dayanışmalarına yardım ediyor, "Ruhun Gıdası" Projesi, deprem bölgelerimizdeki sanatçıların eserlerini üretimlerini olduğu gibi sergilemelerini de teşvik eden bir Sanat Projesi.
Türkiye'de, 2010 Yılı, Japonya Yılı idi, bu açıdan da, "Ruhun Gıdası", Japonya Yılı'ndaki faâliyetlere anlamlı, faydalı bir katkı yapmış oldu.
SİNAN ÖNER
Tuesday, November 30, 2010
Friday, November 12, 2010
12 Kasım 1999 Depremi'nin Yıldönümü'nde
12 Kasım 1999'da, Bolu'da, Düzce'de büyük bir deprem olmuştu, depremde binlerce kişi vefât etmiş, şehirler, köyler yıkılmıştı. 17 Ağustos 1999 Depremi'nde İzmir, Adapazarı, Yalova, Avcılar gibi yerleşim yerlerinde hasarlar olmuştu, ama, Bolu'da, Düzce'de deprem yinelendi, bu kentler de hasar gördüler.
ben de, 12 Kasım 1999'da, Bolu Dağı'nda idim, Ankara'ya gidiyordum, Bolu Dağı'nda mola vermiştik, ben Ankara'ya vardıktan kısa bir süre sonra deprem oldu, deprem, Ankara'da da hissedilmişti.
eve vardığımda, televizyonlar deprem haberleri ile dolmuştu, adlar, yıkılan kentler, köyler, ölüler, deprem uzmanlarının, belediyecilerin açıklamaları.
Ecevit, Başbakan'dı, 12 Kasım 1999 Depremi sırasında.
ben de, 12 Kasım 1999 Depremi'nin hemen öncesinde, İstanbul Sanayi Odası'nda tarih sergisi açmıştım, İstanbul Sanayi Odası Tarihi ile ilgili belgeleri toplamıştım, bir seçme yapmıştım.
Ankara'ya giderken, 12 Kasım 1999 öğle vakti, Kadıköy'da hava iyi değildi, önceki depremin etkileri devam ediyordu, biraz rahatsız olduğumu hatırlıyorum, Kadıköy'den Ankara'ya, öğle vaktinde yolculuğuma başlamıştım.
Bolu Dağı, Düzce, Kaynaşlı, çok büyük hasarlar yaşadılar.
Bolu Dağı'ndaki, Kaynaşlı'daki tesisler, lokantalar, petrol istasyonları hasar gördüler, bazıları tümüyle yıkılmıştı.
bizim mola verdiğimiz yer de tümüyle yıkılmış depremde! bizim mola verdiğimiz yerde çok ölü vardı, haberlere göre. Bolu Dağı'ndan geçen yolda, kırılmalar olmuştu, hatta yol bir süre kapatıldı.
12 Kasım 1999 Depremi, Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğunu herkesin kabul etmesine neden olmuştu, Ulusal Deprem Konseyi kuruldu, ilk toplantılarını yaptı, Başbakan Ecevit'in liderliğinde.
ama, 1999'daki iki ya da üç büyük deprem -17 Ağustos 1999'daki depremin iki deprem olduğu söylenir-, Türkiye'de herşeyi değiştirmişti.
ben, 1999'dan beri, hemen her yıl, deprem yıldönümlerinde Yalova'yı, İzmit'i, Adapazarı'nı ziyâret ediyorum, bu yıl da ziyaret etmiştim. ama, 12 Kasım 1999'un yıldönümlerinde Bolu'yu, Düzce'yi, Kaynaşlı'yı ziyaret edemiyorum, "denk gelmiyor". yine de, geçen yıl, Bolu'yu ziyaret ettim, Bolu'daki eski ahbâplarıma konuk oldum, bir deprem kenti olarak Bolu'yu inceledim.
şimdi, İzmir'de depremlerin olduğunu okudum basın'da, İzmir de, büyük depremlerin olmasından bilim adamları çekiniyorlardı geçmişte.
12 Kasım 1999'un yıldönümünde, Bolu, Düzce, Kaynaşlı kentlerinde yaşayan yurttaşlarımıza başsağlığı dilerim, yıllardır neler yaşadıklarını tanımlamak mümkün değil.
bilim adamlarımızın neler hissettiklerini de bilmiyorum.
12 Kasım 1999'un 11. Yıldönümü'nde, Ulusal Deprem Konseyi yazık ki yok, Tayyip Hükümeti Ulusal Deprem Konseyi'ni yasakladı, kaldırdı, suç işledi.
ama, Mühendis Odaları, Mimar Odaları, depremlerle ilgili açıklamalar yapmalıdırlar, depremlere yönelik eğitim, moral takviye, bilgilendirme, hâlâ ciddî fonksiyonlardır.
Ulusal Deprem Konseyi de yeniden kurulmalı, çalışmalarını sürdürmelidir.
SİNAN ÖNER
ben de, 12 Kasım 1999'da, Bolu Dağı'nda idim, Ankara'ya gidiyordum, Bolu Dağı'nda mola vermiştik, ben Ankara'ya vardıktan kısa bir süre sonra deprem oldu, deprem, Ankara'da da hissedilmişti.
eve vardığımda, televizyonlar deprem haberleri ile dolmuştu, adlar, yıkılan kentler, köyler, ölüler, deprem uzmanlarının, belediyecilerin açıklamaları.
Ecevit, Başbakan'dı, 12 Kasım 1999 Depremi sırasında.
ben de, 12 Kasım 1999 Depremi'nin hemen öncesinde, İstanbul Sanayi Odası'nda tarih sergisi açmıştım, İstanbul Sanayi Odası Tarihi ile ilgili belgeleri toplamıştım, bir seçme yapmıştım.
Ankara'ya giderken, 12 Kasım 1999 öğle vakti, Kadıköy'da hava iyi değildi, önceki depremin etkileri devam ediyordu, biraz rahatsız olduğumu hatırlıyorum, Kadıköy'den Ankara'ya, öğle vaktinde yolculuğuma başlamıştım.
Bolu Dağı, Düzce, Kaynaşlı, çok büyük hasarlar yaşadılar.
Bolu Dağı'ndaki, Kaynaşlı'daki tesisler, lokantalar, petrol istasyonları hasar gördüler, bazıları tümüyle yıkılmıştı.
bizim mola verdiğimiz yer de tümüyle yıkılmış depremde! bizim mola verdiğimiz yerde çok ölü vardı, haberlere göre. Bolu Dağı'ndan geçen yolda, kırılmalar olmuştu, hatta yol bir süre kapatıldı.
12 Kasım 1999 Depremi, Türkiye'nin bir deprem ülkesi olduğunu herkesin kabul etmesine neden olmuştu, Ulusal Deprem Konseyi kuruldu, ilk toplantılarını yaptı, Başbakan Ecevit'in liderliğinde.
ama, 1999'daki iki ya da üç büyük deprem -17 Ağustos 1999'daki depremin iki deprem olduğu söylenir-, Türkiye'de herşeyi değiştirmişti.
ben, 1999'dan beri, hemen her yıl, deprem yıldönümlerinde Yalova'yı, İzmit'i, Adapazarı'nı ziyâret ediyorum, bu yıl da ziyaret etmiştim. ama, 12 Kasım 1999'un yıldönümlerinde Bolu'yu, Düzce'yi, Kaynaşlı'yı ziyaret edemiyorum, "denk gelmiyor". yine de, geçen yıl, Bolu'yu ziyaret ettim, Bolu'daki eski ahbâplarıma konuk oldum, bir deprem kenti olarak Bolu'yu inceledim.
şimdi, İzmir'de depremlerin olduğunu okudum basın'da, İzmir de, büyük depremlerin olmasından bilim adamları çekiniyorlardı geçmişte.
12 Kasım 1999'un yıldönümünde, Bolu, Düzce, Kaynaşlı kentlerinde yaşayan yurttaşlarımıza başsağlığı dilerim, yıllardır neler yaşadıklarını tanımlamak mümkün değil.
bilim adamlarımızın neler hissettiklerini de bilmiyorum.
12 Kasım 1999'un 11. Yıldönümü'nde, Ulusal Deprem Konseyi yazık ki yok, Tayyip Hükümeti Ulusal Deprem Konseyi'ni yasakladı, kaldırdı, suç işledi.
ama, Mühendis Odaları, Mimar Odaları, depremlerle ilgili açıklamalar yapmalıdırlar, depremlere yönelik eğitim, moral takviye, bilgilendirme, hâlâ ciddî fonksiyonlardır.
Ulusal Deprem Konseyi de yeniden kurulmalı, çalışmalarını sürdürmelidir.
SİNAN ÖNER
Thursday, November 11, 2010
Atatürk, 72 Yıl Önce Vefât Etti
10 Kasım'da Atatürk'ü anma törenleri yaptık, okullarda, alanlarda, Anıtkabir'de törenler yapıldı.
Genelkurmay Başkanlığı'nın resmî internet sayfalarında, Anıtkabir'i 10 Kasım 2010'da ziyâret edenlerin sayısı 198 Bin.
Atatürk, 10 Kasım 1938'de, İstanbul'da, Dolmabahçe Sarayı'nda vefât etmişti. Atatürk'ün vefâtının nedeni olarak, "siroz" hastalığı diye söylenir. ama, bazı kaynaklar, Atatürk'ün vefâtında başka nedenlerin de olduğunu söylerler.
Atatürk, vefât ederken, Türkiye Cumhuriyeti'nin İlk Cumhurbaşkanı idi, 15 Yıl olmuştu Cumhuriyet'i kuralı.
Atatürk'ün vefâtından bugüne, her yıl, Türkiye, Atatürk'ü anma törenleri yapıyor, törenlerde kalabalıklar biraraya geliyorlar, Atatürk'e saygılarını anlatıyorlar.
Atatürk, 1927'de, "Nutuk"u yazmıştı, 1919'dan 1927'ye, bir "tarih kitabı" idi "Nutuk", yüzlerce sayfa idi, belgeleri de içermekteydi. Atatürk, "Nutuk"u bir Tarihçi yöntemi ile yazmıştı, CHP'li Milletvekilleri'ne "Nutuk"u okudu, yüzlerce sayfa "Nutuk"u üç günde okumuştu Atatürk.
Atatürk'ün dünya'yı değiştirmiş liderler arasında yerini alması ile, Türkler de, Osmanlı'nın yıkılış dönemlerinde yaşadıkları bunalımları aşmışlardır, Atatürk'ü desteklemişlerdi Türkler, Anadolu'da yaşayan öteki "kavim"lerden veyâ milletlerden kişiler de Atatürk'ü desteklediler, Meclis'te üye oldular, CHP'li oldular, yeni devlet'in memûrları oldular. Atatürk, Cumhurbaşkanlığı sırasında Türkiye'nin tüm bölgelerini ziyâret etmiş, reformları, devrimleri halka anlatmıştı.
dünya, farklı sorunlarla ya da farklı akımların getirdiği koşullarla meşgûlken, Türkiye, Atatürk'ün liderliğinde yeniden inşâ edilmekteydi, tüm yasalar yenilenmişti, yeni kurumlar kurulmuştu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihsel açıdan yeni bir devlet idi, Ortadoğu coğrafyası açısından da yeni bir devlet idi. yeni devlet, Atatürk'ün CHP'nin 1935 Kurultayı'nda söylediği gibi, yeni toplum'un yaratılması açısından da yeni idi, devlet milleti yaratırken, millet de devleti yaratmıştı. Atatürk, devlet ile milletin birbirini desteklemesi koşulu ile reformların, devrimlerin gerçekleşeceğini söylemişti.
Atatürk, dünya'nın saygın liderlerinden biri idi, Cumhurbaşkanlığı yıllarında, Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İtalya, Hindistan, İran, İsveç, Afganistan, Macaristan, Japonya, Çin, Atatürk'ü desteklemişlerdi, bir çok devletin yöneticileri Atatürk'ü ziyâret etmişlerdi.
Atatürk, Türkiye'yi severken sevdiğini hiç gizlememişti, 1933'deki 10. Yıl Nutku'nda, Türk Milleti'ne bağlılığını haykırmış, Türk Milleti'ne öneriler getirmiş, Türk Milleti'nin 1933'e kadar gerçekleştirdiklerini kutlamıştı.
Atatürk, toplumu bir bütün olarak algılamayı, geliştirmeyi, yenilemeyi seçmiş bir filozof idi. Atatürk, yeni devletin toplumu bölmek gibi bir niteliğinin olamayacağını daha ilk anda ilân etmişti, 1923'deki 1. İzmir İktisat Kongresi, Atatürk'ün düşüncelerinin bir somutlaşması olarak ilginç bir girişim idi.
Atatürk, köyleri de, şehirler gibi yenilemiş bir liderdi, millet de, hem köylerde, hem şehirlerde Atatürk'ün reformlarını destekledi. 1925'deki Şeyh Sait İsyanı ile, 1930'daki Serbest Fırka tecrübesi, Atatürk'ün liderliğini tehdit etmiş "istisnâi" sosyal tecrübelerdi, Şeyh Sait İsyanı bastırıldı, Serbest Fırka yasaklanıp yargılandı.
Atatürk, Sovyetler Birliği ile, ekonomide, sanayileşmede, tarımın modernleşmesinde, eğitim atılımlarında işbirliği yapmıştı, Atatürk'ün komşu devletlerle, komşu milletlerle yaptığı işbirlikleri hâlâ ilginç siyasî tecrübelerdir.
Atatürk'ü, vefâtının 72. Yılı'nda saygı ile anıyorum, "Nutuk"u ilkokul yıllarımda okumuştum, yüzlerce sayfa, aynı yıllarda Tarihçi Şevket Süreyyâ Aydemir'in "Tek Adam"ını okumuştum, Lord Kinross'un "Atatürk" biyografisi de, Victor Hugo'nun "Sefiller"i de -farklı bir tarihsel dönemi anlatsa da!- "Nutuk"u okumamda yardımcı olmuşlardı. Atatürk, çocukluğumda kalmadı elbette, sonra da, Tarihçi olurken, daha önce lise yıllarımda, Atatürk ile ilgili yayınlanmış kitaplarının çoğunu okumuştum.
Atatürk de böyle istiyordu kuşkusuz! Türk Dil Kurumu'nu, Türk Tarih Kurumu'nu kurarken, üniversitelerde reformlar yaparken, Atatürk, yurttaşların bir "tarih bilgisi", "tarih bilinci" kazanmaları için çaba harcamıştı, liderlik yapmıştı.
Atatürk'ü, 72 Yıl sonra saygı ile anmak için Anıtkabir'i ziyâret eden yurttaşlarımızı kutlarım.
SİNAN ÖNER
Genelkurmay Başkanlığı'nın resmî internet sayfalarında, Anıtkabir'i 10 Kasım 2010'da ziyâret edenlerin sayısı 198 Bin.
Atatürk, 10 Kasım 1938'de, İstanbul'da, Dolmabahçe Sarayı'nda vefât etmişti. Atatürk'ün vefâtının nedeni olarak, "siroz" hastalığı diye söylenir. ama, bazı kaynaklar, Atatürk'ün vefâtında başka nedenlerin de olduğunu söylerler.
Atatürk, vefât ederken, Türkiye Cumhuriyeti'nin İlk Cumhurbaşkanı idi, 15 Yıl olmuştu Cumhuriyet'i kuralı.
Atatürk'ün vefâtından bugüne, her yıl, Türkiye, Atatürk'ü anma törenleri yapıyor, törenlerde kalabalıklar biraraya geliyorlar, Atatürk'e saygılarını anlatıyorlar.
Atatürk, 1927'de, "Nutuk"u yazmıştı, 1919'dan 1927'ye, bir "tarih kitabı" idi "Nutuk", yüzlerce sayfa idi, belgeleri de içermekteydi. Atatürk, "Nutuk"u bir Tarihçi yöntemi ile yazmıştı, CHP'li Milletvekilleri'ne "Nutuk"u okudu, yüzlerce sayfa "Nutuk"u üç günde okumuştu Atatürk.
Atatürk'ün dünya'yı değiştirmiş liderler arasında yerini alması ile, Türkler de, Osmanlı'nın yıkılış dönemlerinde yaşadıkları bunalımları aşmışlardır, Atatürk'ü desteklemişlerdi Türkler, Anadolu'da yaşayan öteki "kavim"lerden veyâ milletlerden kişiler de Atatürk'ü desteklediler, Meclis'te üye oldular, CHP'li oldular, yeni devlet'in memûrları oldular. Atatürk, Cumhurbaşkanlığı sırasında Türkiye'nin tüm bölgelerini ziyâret etmiş, reformları, devrimleri halka anlatmıştı.
dünya, farklı sorunlarla ya da farklı akımların getirdiği koşullarla meşgûlken, Türkiye, Atatürk'ün liderliğinde yeniden inşâ edilmekteydi, tüm yasalar yenilenmişti, yeni kurumlar kurulmuştu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihsel açıdan yeni bir devlet idi, Ortadoğu coğrafyası açısından da yeni bir devlet idi. yeni devlet, Atatürk'ün CHP'nin 1935 Kurultayı'nda söylediği gibi, yeni toplum'un yaratılması açısından da yeni idi, devlet milleti yaratırken, millet de devleti yaratmıştı. Atatürk, devlet ile milletin birbirini desteklemesi koşulu ile reformların, devrimlerin gerçekleşeceğini söylemişti.
Atatürk, dünya'nın saygın liderlerinden biri idi, Cumhurbaşkanlığı yıllarında, Sovyetler Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa, İtalya, Hindistan, İran, İsveç, Afganistan, Macaristan, Japonya, Çin, Atatürk'ü desteklemişlerdi, bir çok devletin yöneticileri Atatürk'ü ziyâret etmişlerdi.
Atatürk, Türkiye'yi severken sevdiğini hiç gizlememişti, 1933'deki 10. Yıl Nutku'nda, Türk Milleti'ne bağlılığını haykırmış, Türk Milleti'ne öneriler getirmiş, Türk Milleti'nin 1933'e kadar gerçekleştirdiklerini kutlamıştı.
Atatürk, toplumu bir bütün olarak algılamayı, geliştirmeyi, yenilemeyi seçmiş bir filozof idi. Atatürk, yeni devletin toplumu bölmek gibi bir niteliğinin olamayacağını daha ilk anda ilân etmişti, 1923'deki 1. İzmir İktisat Kongresi, Atatürk'ün düşüncelerinin bir somutlaşması olarak ilginç bir girişim idi.
Atatürk, köyleri de, şehirler gibi yenilemiş bir liderdi, millet de, hem köylerde, hem şehirlerde Atatürk'ün reformlarını destekledi. 1925'deki Şeyh Sait İsyanı ile, 1930'daki Serbest Fırka tecrübesi, Atatürk'ün liderliğini tehdit etmiş "istisnâi" sosyal tecrübelerdi, Şeyh Sait İsyanı bastırıldı, Serbest Fırka yasaklanıp yargılandı.
Atatürk, Sovyetler Birliği ile, ekonomide, sanayileşmede, tarımın modernleşmesinde, eğitim atılımlarında işbirliği yapmıştı, Atatürk'ün komşu devletlerle, komşu milletlerle yaptığı işbirlikleri hâlâ ilginç siyasî tecrübelerdir.
Atatürk'ü, vefâtının 72. Yılı'nda saygı ile anıyorum, "Nutuk"u ilkokul yıllarımda okumuştum, yüzlerce sayfa, aynı yıllarda Tarihçi Şevket Süreyyâ Aydemir'in "Tek Adam"ını okumuştum, Lord Kinross'un "Atatürk" biyografisi de, Victor Hugo'nun "Sefiller"i de -farklı bir tarihsel dönemi anlatsa da!- "Nutuk"u okumamda yardımcı olmuşlardı. Atatürk, çocukluğumda kalmadı elbette, sonra da, Tarihçi olurken, daha önce lise yıllarımda, Atatürk ile ilgili yayınlanmış kitaplarının çoğunu okumuştum.
Atatürk de böyle istiyordu kuşkusuz! Türk Dil Kurumu'nu, Türk Tarih Kurumu'nu kurarken, üniversitelerde reformlar yaparken, Atatürk, yurttaşların bir "tarih bilgisi", "tarih bilinci" kazanmaları için çaba harcamıştı, liderlik yapmıştı.
Atatürk'ü, 72 Yıl sonra saygı ile anmak için Anıtkabir'i ziyâret eden yurttaşlarımızı kutlarım.
SİNAN ÖNER
Friday, October 29, 2010
Nestor Kirchner'e Törenler
Arjantin'in Eski Başkanı Nestor Kirchner'e cenâze törenleri yapıldı, devâm ediyor.
basın'da izlediğim haberler, Nestor Kirchner'e Arjantin Halkı'nın sempâtisinin sürdüğünün kanıtları ile dolu idi, Nestor Kirchner'e Arjantin Basını da sevgi dolu mesajlar yayınlamış, Arjantin'e, Latin Amerika devletlerinin liderleri gelmişler, Venezuela, Brezilya, Şili, Bolivya, Uruguay liderleri, Nestor Kirchner'e ilk törenlerde yer almışlar, Arjantin Başkanı Christina Kirchner'i yalnız bırakmamışlar.
törenlerde, Arjantin'in geçmişinden bugüne yaşayan Buenos Aires'li Anneler de katılmışlar, "diktâ dönemi"nde "demokrasi" için çabalamış siyasî, sosyal liderler de, Nestor Kirchner'in cenâze törenlerinde yer almışlar.
Nestor Kirchner'in vefâtı çok erken oldu, Arjantin'de halk, Nestor Kirchner'in vefâtını sindirmiş değil, bir şaşkınlıkla bir keder birbirini izliyor.
bir insan olarak Nestor Kirchner, çok sevilen, sayılan, merak edilen bir insandı, bir Başkan olarak da dünya'yı da sarmış bir sempâti yaratmıştı.
ben de, Nestor Kirchner'in Başkan seçildiği ilk anları hatırlarım, bizde, Irak Krizi gündemde idi, Irak Savaşı yeni başlıyordu, Arjantin'de Nestor Kirchner'in Başkan seçildiği haberinin beni etkilediğini hatırlarım.
Nestor Kirchner'in Başkanlık süresi çok çabuk geçti, ama, belki ben öyle hissettim, çünkü, aynı anda dünya'dan bir çok devleti, milleti izlediğim gibi, Türkiye ile komşu devletlerin, milletlerin yaşadıkları beni çok meşgûl etmekteydi, hemen her gün, makaleler, denemeler, şiirler yazıyordum, romanlar da denemiştim. bu sırada, Arjantin Başkanı idi, Nestor Kirchner.
Arjantin'in çocukluğumda özel bir yeri vardı, sonra da derinleşmeden ama, sürekli bir ilgi ile, sempâti ile izledim Arjantin'i.
Nestor Kirchner'e törenleri izlerken ağlayamadım, çünkü, fotoğraflar, bir medya ajansı tarafından önüme getirilmişti, bilgisayarımdan izledim ilk törenleri, ağlayamadım, herhâlde bir "uzaklık gerçeği" de vardır, ama, bir an, sanki aynı salondaymışız gibi de hissettim.
Arjantin, Nestor Kirchner'e törenleri sürdürecek, bir süre daha bir halk olarak yas tutacaklar. Kirchner'lerin yası hep sürecek, Başkan Christina Kirchner'i destekleyen Latin Amerika liderlerini izlerken duygulandım, ama, bu desteklerinin sürmesi de zorunlu görünüyor, Başkanlığı ile Christina Kirchner'in hem Arjantin Halkı ile, hem de dünya milletleri ile iyi ilişkileri sürmeli, Arjantin'in dünya'ya çok kattıkları olduğunu unutmadan, dünya milletlerinin de Arjantin'e yardımcı olmasını dilerim.
SİNAN ÖNER
basın'da izlediğim haberler, Nestor Kirchner'e Arjantin Halkı'nın sempâtisinin sürdüğünün kanıtları ile dolu idi, Nestor Kirchner'e Arjantin Basını da sevgi dolu mesajlar yayınlamış, Arjantin'e, Latin Amerika devletlerinin liderleri gelmişler, Venezuela, Brezilya, Şili, Bolivya, Uruguay liderleri, Nestor Kirchner'e ilk törenlerde yer almışlar, Arjantin Başkanı Christina Kirchner'i yalnız bırakmamışlar.
törenlerde, Arjantin'in geçmişinden bugüne yaşayan Buenos Aires'li Anneler de katılmışlar, "diktâ dönemi"nde "demokrasi" için çabalamış siyasî, sosyal liderler de, Nestor Kirchner'in cenâze törenlerinde yer almışlar.
Nestor Kirchner'in vefâtı çok erken oldu, Arjantin'de halk, Nestor Kirchner'in vefâtını sindirmiş değil, bir şaşkınlıkla bir keder birbirini izliyor.
bir insan olarak Nestor Kirchner, çok sevilen, sayılan, merak edilen bir insandı, bir Başkan olarak da dünya'yı da sarmış bir sempâti yaratmıştı.
ben de, Nestor Kirchner'in Başkan seçildiği ilk anları hatırlarım, bizde, Irak Krizi gündemde idi, Irak Savaşı yeni başlıyordu, Arjantin'de Nestor Kirchner'in Başkan seçildiği haberinin beni etkilediğini hatırlarım.
Nestor Kirchner'in Başkanlık süresi çok çabuk geçti, ama, belki ben öyle hissettim, çünkü, aynı anda dünya'dan bir çok devleti, milleti izlediğim gibi, Türkiye ile komşu devletlerin, milletlerin yaşadıkları beni çok meşgûl etmekteydi, hemen her gün, makaleler, denemeler, şiirler yazıyordum, romanlar da denemiştim. bu sırada, Arjantin Başkanı idi, Nestor Kirchner.
Arjantin'in çocukluğumda özel bir yeri vardı, sonra da derinleşmeden ama, sürekli bir ilgi ile, sempâti ile izledim Arjantin'i.
Nestor Kirchner'e törenleri izlerken ağlayamadım, çünkü, fotoğraflar, bir medya ajansı tarafından önüme getirilmişti, bilgisayarımdan izledim ilk törenleri, ağlayamadım, herhâlde bir "uzaklık gerçeği" de vardır, ama, bir an, sanki aynı salondaymışız gibi de hissettim.
Arjantin, Nestor Kirchner'e törenleri sürdürecek, bir süre daha bir halk olarak yas tutacaklar. Kirchner'lerin yası hep sürecek, Başkan Christina Kirchner'i destekleyen Latin Amerika liderlerini izlerken duygulandım, ama, bu desteklerinin sürmesi de zorunlu görünüyor, Başkanlığı ile Christina Kirchner'in hem Arjantin Halkı ile, hem de dünya milletleri ile iyi ilişkileri sürmeli, Arjantin'in dünya'ya çok kattıkları olduğunu unutmadan, dünya milletlerinin de Arjantin'e yardımcı olmasını dilerim.
SİNAN ÖNER
Thursday, October 28, 2010
"Casablanca"yı Yeniden İzlerken
"Casablanca" filmi, sinema tarihi'nin saygın filmlerinden biridir, binlerce iyi filmden biri!
Michael Curtiz'in yönettiği "Casablanca"da, Humphrey Bogart, İngrid Bergman gibi iyi oyuncular oynamışlardı.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Fas'ın Casablanca kentinde bir bar açan Amerikalı Rick ile konuklarının yaşadıklarını anlatan film, Casablanca'da, Naziler'in, Fransızlar'ın, Amerikalılar'ın, Araplar'ın yaşadıkları geçici bir anlaşma'yı öyküleştirmişti. Casablanca'ya dünya'nın farklı yerlerinden kişiler gelmekteydi, Rick'in Barı da, bir buluşma mekânı idi. Rick'i Humphrey Bogart oynamıştı "Casablanca"da. Casablanca'ya gelen konuklardan biri de, Çekoslovak yazar Viktor Lazslo idi, Lazslo, eşi ile gelmişti Casablanca'ya, Lazslo'nun eşini de İngrid Bergman oynamıştı filmde.
"Casablanca"nın ilk bölümlerini dün akşam yeniden izledim.
"Casablanca" filminden hâlâ etkilenenler olması doğal, filmin müziği, dekorları, oyuncuları, kostümleri, filmin öyküsü, etkileyici bir özellik gösteriyor.
ama, "Casablanca" gibi binlerce iyi film yapıldığını da unutmamak lâzım!
dünya'yı "Casablanca"daki öykülere veyâ kişilere hapsetmek de mümkün değil, "Casablanca" ile Yönetmen Michael Curtiz, büyük bir ödev yapmıştı, daha İkinci Dünya Savaşı sona ermeden, insanlığa bir ders vermişti.
SİNAN ÖNER
Michael Curtiz'in yönettiği "Casablanca"da, Humphrey Bogart, İngrid Bergman gibi iyi oyuncular oynamışlardı.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Fas'ın Casablanca kentinde bir bar açan Amerikalı Rick ile konuklarının yaşadıklarını anlatan film, Casablanca'da, Naziler'in, Fransızlar'ın, Amerikalılar'ın, Araplar'ın yaşadıkları geçici bir anlaşma'yı öyküleştirmişti. Casablanca'ya dünya'nın farklı yerlerinden kişiler gelmekteydi, Rick'in Barı da, bir buluşma mekânı idi. Rick'i Humphrey Bogart oynamıştı "Casablanca"da. Casablanca'ya gelen konuklardan biri de, Çekoslovak yazar Viktor Lazslo idi, Lazslo, eşi ile gelmişti Casablanca'ya, Lazslo'nun eşini de İngrid Bergman oynamıştı filmde.
"Casablanca"nın ilk bölümlerini dün akşam yeniden izledim.
"Casablanca" filminden hâlâ etkilenenler olması doğal, filmin müziği, dekorları, oyuncuları, kostümleri, filmin öyküsü, etkileyici bir özellik gösteriyor.
ama, "Casablanca" gibi binlerce iyi film yapıldığını da unutmamak lâzım!
dünya'yı "Casablanca"daki öykülere veyâ kişilere hapsetmek de mümkün değil, "Casablanca" ile Yönetmen Michael Curtiz, büyük bir ödev yapmıştı, daha İkinci Dünya Savaşı sona ermeden, insanlığa bir ders vermişti.
SİNAN ÖNER
Başkan Nestor Kirchner'in Ölümü
Arjantin'in Eski Başkanı, şimdiki Başkan Christina Kirchner'in eşi Nestor Kirchner vefât etti, âni bir kalp krizi ile hastahane'ye kaldırılmış Kirchner, dün vefât etmiş.
Nestor Kirchner'in öleceği hiç aklıma gelmezdi!
hatta, yıllardır dünya basını'ndan Kirchner'leri izlerdim, Arjantin'e duyduğum sevgiyi daha da çoğaltan bir aile idi, Kirchner'ler.
Nestor Kirchner, iyi bir insandı, bizde "efendi"liğin çeşitli anlamları veyâ göndermeleri vardır ama, Nestor Kirchner "efendi bir insan"dı. Nestor Kirchner'in dünya'ya da, Arjantin'e de fayda getirdiğini yazmak mümkün, bir siyasî lider olarak, Latin Amerika'nın saygın bir "entelektüel"i olarak, Nestor Kirchner'in on yıldır seçmenlerine fayda getirdiğini yazmak mümkün. zaten, Kirchner'lere Arjantinli seçmenlerin sevgisi devâm etti, Christina Kirchner de, Arjantin Başkanı seçildi.
Nestor Kirchner, "emekli" olunca biraz "durgun"laşmıştı, basın'dan aldığım izlenimler böyle idi. "emeklilik" bazı insanlara iyi gelmiyor, Nestor Kirchner de, "emeklilik"in ilk yıllarında hastalandı, daha 60 yaşında vefât etti.
şimdi, Arjantin Halkı yas tutuyor, ama, Nestor Kirchner'in vefâtını kabûllenmeyenler de az değildir, Nestor Kirchner, hiç ölmeyecekmiş gibi bir izlenim vermeyi seçmişti, siyasî hayatında, hep yaşayacakmış, hep eşi Christina ile halkı selâmlayacakmış gibi.
geçen yıl, Arjantinli Müzisyen Mercedes Sosa vefât etmişti, cenâze törenlerinde Nestor Kirchner de eşi Başkan Christina Kirchner ile yer almıştı.
ben de, sanmıştım ki, Türkiye'de, ya da Arjantin'de, veyâ Paris gibi bir kentte, Nestor Kirchner ile, Christina Kirchner ile biraraya geleceğiz, Mercedes Sosa'yı anacağız, sohbet edeceğiz, güleceğiz, kahkahalar atacağız, birbirimizi kutlayacağız, öyle sanmıştım!
Nestor Kirchner'in vefât etmesi ile ben de ne yapacağımı bilemez oldum bu konuda, Mercedes Sosa'yı nasıl anacağız, nasıl güleceğiz, nasıl kahkaha atacağız?
Nestor Kirchner, "mütevâzi" bir siyasetçi idi, belki de Arjantin'in konumunun getirdiği ruhsal ya da maddî koşullanmaları kabûllenmişti, ama, yine de, Nestor Kirchner, Başkanlığı ile Arjantin'in yenilenmesine katkılar yaptı, liderlik yaptı.
Başkan Nestor Kirchner'i hep hatırlayacağım, Arjantin'den dünya'ya bir ödül gibiydi, Nestor Kirchner, tıpkı Mercedes Sosa, Diego Maradona, ya da Ernesto Che Guevera gibi.
SİNAN ÖNER
Nestor Kirchner'in öleceği hiç aklıma gelmezdi!
hatta, yıllardır dünya basını'ndan Kirchner'leri izlerdim, Arjantin'e duyduğum sevgiyi daha da çoğaltan bir aile idi, Kirchner'ler.
Nestor Kirchner, iyi bir insandı, bizde "efendi"liğin çeşitli anlamları veyâ göndermeleri vardır ama, Nestor Kirchner "efendi bir insan"dı. Nestor Kirchner'in dünya'ya da, Arjantin'e de fayda getirdiğini yazmak mümkün, bir siyasî lider olarak, Latin Amerika'nın saygın bir "entelektüel"i olarak, Nestor Kirchner'in on yıldır seçmenlerine fayda getirdiğini yazmak mümkün. zaten, Kirchner'lere Arjantinli seçmenlerin sevgisi devâm etti, Christina Kirchner de, Arjantin Başkanı seçildi.
Nestor Kirchner, "emekli" olunca biraz "durgun"laşmıştı, basın'dan aldığım izlenimler böyle idi. "emeklilik" bazı insanlara iyi gelmiyor, Nestor Kirchner de, "emeklilik"in ilk yıllarında hastalandı, daha 60 yaşında vefât etti.
şimdi, Arjantin Halkı yas tutuyor, ama, Nestor Kirchner'in vefâtını kabûllenmeyenler de az değildir, Nestor Kirchner, hiç ölmeyecekmiş gibi bir izlenim vermeyi seçmişti, siyasî hayatında, hep yaşayacakmış, hep eşi Christina ile halkı selâmlayacakmış gibi.
geçen yıl, Arjantinli Müzisyen Mercedes Sosa vefât etmişti, cenâze törenlerinde Nestor Kirchner de eşi Başkan Christina Kirchner ile yer almıştı.
ben de, sanmıştım ki, Türkiye'de, ya da Arjantin'de, veyâ Paris gibi bir kentte, Nestor Kirchner ile, Christina Kirchner ile biraraya geleceğiz, Mercedes Sosa'yı anacağız, sohbet edeceğiz, güleceğiz, kahkahalar atacağız, birbirimizi kutlayacağız, öyle sanmıştım!
Nestor Kirchner'in vefât etmesi ile ben de ne yapacağımı bilemez oldum bu konuda, Mercedes Sosa'yı nasıl anacağız, nasıl güleceğiz, nasıl kahkaha atacağız?
Nestor Kirchner, "mütevâzi" bir siyasetçi idi, belki de Arjantin'in konumunun getirdiği ruhsal ya da maddî koşullanmaları kabûllenmişti, ama, yine de, Nestor Kirchner, Başkanlığı ile Arjantin'in yenilenmesine katkılar yaptı, liderlik yaptı.
Başkan Nestor Kirchner'i hep hatırlayacağım, Arjantin'den dünya'ya bir ödül gibiydi, Nestor Kirchner, tıpkı Mercedes Sosa, Diego Maradona, ya da Ernesto Che Guevera gibi.
SİNAN ÖNER
Saturday, October 9, 2010
Nobel Edebiyat Ödülü'nün Geçmişi'nden (4)
Nobel Edebiyat Ödülü, 1972'de Şili'li Şâir Pablo Neruda'ya verilmişti, Pablo Neruda, Stockholm'e geldi, Nobel Edebiyat Ödülü'nü alırken bir konuşma yaptı, şiir sanatı'nı nasıl anladığını anlattı!
Pablo Neruda, Şili Komünist Partisi Başkan Adayı idi daha önce, seçimleri Şili Sosyalist Partisi Başkanı Salvador Allende kazanmış, Şili Başkanı olmuştu. ama, 1973'de, General Augusto Pinochet liderliğinde bir askerî darbe oldu, Başkan Salvador Allende, Başkanlık Sarayı'nda öldürüldü, Pinochet Diktâtörlüğü başladı, Şâir Pablo Neruda da, Isla Negra'daki evinde, darbe haberini aldıktan bir süre sonra vefât etti.
Pablo Neruda'nın Nobel Edebiyat Ödülü alması da, Şili'deki darbecileri engelleyemediği gibi, Şili Halkı'na yönelik bir terör başladı, Pinochet Diktâtörlüğü yıllarca sürdü.
Pablo Neruda, gençlik yıllarında İspanya'da kalmıştı, şiir yazmaya Madrid'de başladı, ilk şiirlerini de Madrid'de yayınladı, "20 Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı" kitabı, Madrid yıllarının eserleridir.
Pablo Neruda, diplomât idi, konsolosluklar, elçilikler yaptı, dünya'yı dolaştı. Şili'deki rejim sorunlarına rağmen, Pablo Neruda, tüm dünya'da sevilen bir Şâir idi, şiirleri bir çok dil'de yayınlanmıştı, 1973 Darbesi'ne kadar, Pablo Neruda, Şili'nin Millî Şâiri olarak kabûl edilmekteydi, Şili'nin farklı bölgelerinde halk'ı ziyâret ediyor, şiirlerini, salonlarda, alanlarda halk'a okuyor idi.
Pablo Neruda, Latin Amerika'da geziler yapmıştı, öteki Latin Amerika halklarından Şâirlerle, yazarlarla sohbetler ediyor, toplantılar yapıyor idi.
Pablo Neruda, Türk Şâir Nâzım Hikmet Ran'ın da dostlarından biriydi, Berlin'de, Dünya Barış Konseyi toplantılarına katılmışlardı, Dünya Barış Ödülü kazanmışlardı.
Pablo Neruda, Nâzım Hikmet Ran'ın 1963'de daha 61 yaşındayken vefât etmesinin ardından Nâzım Hikmet Ran'a bir şiir yazmıştı. Nâzım Hikmet Ran'ı anlatırken, Pablo Neruda, sanki bir yurttaşı gibiydi Nâzım Hikmet Ran'ın, dostlukları içtendi, derindi, sağlamdı.
Pablo Neruda, Asya ülkelerini de dolaşmıştı, Asya'da Şili'yi temsil etmiş, elçiliklerde çalışmıştı. Pablo Neruda, yaşadıklarını, "Yaşadığımı İtirâf Ediyorum" kitabında anlattı.
Nobel Edebiyat Ödülü'nün 1972'de Şili'li Şâir Pablo Neruda'ya verilmesi belki de geç kalmış bir seçim idi, biraz daha önce verilseydi, Pablo Neruda daha uzun yaşayabilirdi, 1973 Darbesi'nin getirdiği korkunç kayıplara katlanma gücü daha çok olurdu. ama, öyle olmadı. 1973'de, Pinochet, Şili Halkı'nın seçimlerine saygısızca davrandı, Salvador Allende'yi öldürttü, sonra da bir çok sendikacı, sosyalist politikacılar, öğretmenler, doktorlar, subaylar, Pinochet Diktâtörlüğü'nce ya öldürüldüler, ya da tutuklanıp hapishanelere kilitlendiler, yıllarca! ancak, yıllar sonra, yine Şili Sosyalizmi ağır bastı, Pinochet'in "siyasî yasaklar"ı kaldırması yönünde baskılar arttı, Şili Sosyalist Partisi yeniden hükümetler kurdu.
Pablo Neruda'nın liderlerinden biri olduğu Şili Komünist Partisi de, daha sonra hükümetlerde yer aldı, Şili'nin daha demokrat, daha özgür bir ülke olması için çabalarına devâm etti. geçen yıl, Şili Komünist Partisi'nin Lideri Louis Corvalan vefât etmişti, Corvalan, Pablo Neruda'nın dostlarından biriydi.
Nobel Edebiyat Ödülü tarihinde, Şili'li Şâir Pablo Neruda'nın yeri ilginç bir yer, hiç unutulmayacak, ama, hep kederlendirici bir yer.
SİNAN ÖNER
Pablo Neruda, Şili Komünist Partisi Başkan Adayı idi daha önce, seçimleri Şili Sosyalist Partisi Başkanı Salvador Allende kazanmış, Şili Başkanı olmuştu. ama, 1973'de, General Augusto Pinochet liderliğinde bir askerî darbe oldu, Başkan Salvador Allende, Başkanlık Sarayı'nda öldürüldü, Pinochet Diktâtörlüğü başladı, Şâir Pablo Neruda da, Isla Negra'daki evinde, darbe haberini aldıktan bir süre sonra vefât etti.
Pablo Neruda'nın Nobel Edebiyat Ödülü alması da, Şili'deki darbecileri engelleyemediği gibi, Şili Halkı'na yönelik bir terör başladı, Pinochet Diktâtörlüğü yıllarca sürdü.
Pablo Neruda, gençlik yıllarında İspanya'da kalmıştı, şiir yazmaya Madrid'de başladı, ilk şiirlerini de Madrid'de yayınladı, "20 Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı" kitabı, Madrid yıllarının eserleridir.
Pablo Neruda, diplomât idi, konsolosluklar, elçilikler yaptı, dünya'yı dolaştı. Şili'deki rejim sorunlarına rağmen, Pablo Neruda, tüm dünya'da sevilen bir Şâir idi, şiirleri bir çok dil'de yayınlanmıştı, 1973 Darbesi'ne kadar, Pablo Neruda, Şili'nin Millî Şâiri olarak kabûl edilmekteydi, Şili'nin farklı bölgelerinde halk'ı ziyâret ediyor, şiirlerini, salonlarda, alanlarda halk'a okuyor idi.
Pablo Neruda, Latin Amerika'da geziler yapmıştı, öteki Latin Amerika halklarından Şâirlerle, yazarlarla sohbetler ediyor, toplantılar yapıyor idi.
Pablo Neruda, Türk Şâir Nâzım Hikmet Ran'ın da dostlarından biriydi, Berlin'de, Dünya Barış Konseyi toplantılarına katılmışlardı, Dünya Barış Ödülü kazanmışlardı.
Pablo Neruda, Nâzım Hikmet Ran'ın 1963'de daha 61 yaşındayken vefât etmesinin ardından Nâzım Hikmet Ran'a bir şiir yazmıştı. Nâzım Hikmet Ran'ı anlatırken, Pablo Neruda, sanki bir yurttaşı gibiydi Nâzım Hikmet Ran'ın, dostlukları içtendi, derindi, sağlamdı.
Pablo Neruda, Asya ülkelerini de dolaşmıştı, Asya'da Şili'yi temsil etmiş, elçiliklerde çalışmıştı. Pablo Neruda, yaşadıklarını, "Yaşadığımı İtirâf Ediyorum" kitabında anlattı.
Nobel Edebiyat Ödülü'nün 1972'de Şili'li Şâir Pablo Neruda'ya verilmesi belki de geç kalmış bir seçim idi, biraz daha önce verilseydi, Pablo Neruda daha uzun yaşayabilirdi, 1973 Darbesi'nin getirdiği korkunç kayıplara katlanma gücü daha çok olurdu. ama, öyle olmadı. 1973'de, Pinochet, Şili Halkı'nın seçimlerine saygısızca davrandı, Salvador Allende'yi öldürttü, sonra da bir çok sendikacı, sosyalist politikacılar, öğretmenler, doktorlar, subaylar, Pinochet Diktâtörlüğü'nce ya öldürüldüler, ya da tutuklanıp hapishanelere kilitlendiler, yıllarca! ancak, yıllar sonra, yine Şili Sosyalizmi ağır bastı, Pinochet'in "siyasî yasaklar"ı kaldırması yönünde baskılar arttı, Şili Sosyalist Partisi yeniden hükümetler kurdu.
Pablo Neruda'nın liderlerinden biri olduğu Şili Komünist Partisi de, daha sonra hükümetlerde yer aldı, Şili'nin daha demokrat, daha özgür bir ülke olması için çabalarına devâm etti. geçen yıl, Şili Komünist Partisi'nin Lideri Louis Corvalan vefât etmişti, Corvalan, Pablo Neruda'nın dostlarından biriydi.
Nobel Edebiyat Ödülü tarihinde, Şili'li Şâir Pablo Neruda'nın yeri ilginç bir yer, hiç unutulmayacak, ama, hep kederlendirici bir yer.
SİNAN ÖNER
Nobel Edebiyat Ödülü'nün Geçmişi'nden (3)
Nobel Edebiyat Ödülü'nü, Fransız Yazar, Filozof Jean Paul Sartre de kazanmıştı!
Jean Paul Sartre, Birinci Dünya Savaşı'nı, İkinci Dünya Savaşı'nı yaşadı, "soğuk savaş" yıllarını yaşadı. 20. Yüzyıl'da, yazdığı eserlerle, tüm dünya'da, okunan, sayılan, sevilen bir yazar oldu; Sartre'ın romanları, denemeleri, tarih kitapları, sohbetleri, tüm dünya'da yayınlandı.
Jean Paul Sartre'ın "Sözcükler", "Tiksinti Çağı", "Bulantı", "İş İşten Geçti!", "Baudelaire", "Veda Töreni, Simone de Beaviour ile Söyleşiler", "Yöntem Araştırmaları", "Varoluşçuluk", "Edebiyat Nedir?", "Tükeniş" gibi kitapları Türkçe'de yayınlanmıştı.
Sartre, gençlik yıllarında felsefe eğitimi almıştı, felsefe ile edebiyat, Fransa'da birbirini destekleyici alanlardı, Sartre de bu geleneği izledi -Voltaire Geleneği!- hem felsefe denemeleri, hem de romanlar yazdı. Sartre ile Voltaire arasındaki tarihsel bağ, hiç bir zaman yok olmadı. Sartre, Voltaire'den yüzyıllar sonra, aynı "ahlâkî", aynı "felsefî", aynı "siyasî" metodu seçmişti, elbette, Kant, Hegel, Karl Marx, Nietzsche gibi filozoflar da, Sartre'ı etkilemişlerdi, hatta Sartre, "Marxist" olduğunu da yazmıştı, "Marxizm, aşılamaz!" demişti Sartre, "işçi sınıfı, sınıflı toplumlar yok olmadıkça, Marxizm, aşılamaz bir felsefe'dir!".
Sartre, bu anlamda bir "toplum felsefesi" yapmaktan da kaçınmadı. Sartre'ın "toplum felsefesi"nde Rousseau'nun, Hugo'nun, Lenin'in, Russell'ın etkileri vardır. Sartre, Fransa'nın hâlâ "kolonici" olduğu bir dönemde gençliğini yaşamıştı, "kolonicilik"in yok edilmesi yönündeki politikalarını gizlemedi Sartre, Fransızlar'ı da "kolonicilik" konusunda hep hassas olmaya çağırdı. Kuzey Afrika'daki Fransız "koloni"lerinde -özellikle de Cezayir'de- yaşananları Sartre'dan okumak bu açıdan iyi bir tarihsel bilgi getirir.
Jean Paul Sartre, Vietnam'ın Fransa tarafından işgâl edilmesini de eleştirmişti!
Sartre'a "toplum felsefesi" ya da siyasî faâliyetlerinden dolayı saldırıldığında, Başkan De Gaulle, "Sartre, Fransa'dır!" diye Sartre'ı savunmuş, Sartre'la farklı özellikleri olmasının, Sartre'a düşman olmasını veyâ Sartre'a saldırmasını gerekli kılmadığını duyurmuş idi. Jean Paul Sartre, Başkan De Gaulle'e de muhâlefet etmekten kaçınmamıştı, İkinci Dünya Savaşı yıllarında De Gaulle'ü desteklediği hâlde.
Jean Paul Sartre'a Nobel Edebiyat Ödülü verilmesi, 20. Yüzyıl'da yaşanmış ilginç anlardan biridir. Jean Paul Sartre, Birinci Dünya Savaşı'ndan itibâren dünya edebiyatı'nı yönlendirmiş ya da etkilemiş büyük yazarlardan biriydi, böyle bir ödül verilmesi hem iyi bir şeydi, hem de ilginç idi, Sartre'nın tarihteki büyük filozoflardan biri olarak, İsveç Kraliyet Akademisi'nce ödüllendirilmesi, Nobel Edebiyat Ödülü'nün karakterini değiştirmişti.
SİNAN ÖNER
Jean Paul Sartre, Birinci Dünya Savaşı'nı, İkinci Dünya Savaşı'nı yaşadı, "soğuk savaş" yıllarını yaşadı. 20. Yüzyıl'da, yazdığı eserlerle, tüm dünya'da, okunan, sayılan, sevilen bir yazar oldu; Sartre'ın romanları, denemeleri, tarih kitapları, sohbetleri, tüm dünya'da yayınlandı.
Jean Paul Sartre'ın "Sözcükler", "Tiksinti Çağı", "Bulantı", "İş İşten Geçti!", "Baudelaire", "Veda Töreni, Simone de Beaviour ile Söyleşiler", "Yöntem Araştırmaları", "Varoluşçuluk", "Edebiyat Nedir?", "Tükeniş" gibi kitapları Türkçe'de yayınlanmıştı.
Sartre, gençlik yıllarında felsefe eğitimi almıştı, felsefe ile edebiyat, Fransa'da birbirini destekleyici alanlardı, Sartre de bu geleneği izledi -Voltaire Geleneği!- hem felsefe denemeleri, hem de romanlar yazdı. Sartre ile Voltaire arasındaki tarihsel bağ, hiç bir zaman yok olmadı. Sartre, Voltaire'den yüzyıllar sonra, aynı "ahlâkî", aynı "felsefî", aynı "siyasî" metodu seçmişti, elbette, Kant, Hegel, Karl Marx, Nietzsche gibi filozoflar da, Sartre'ı etkilemişlerdi, hatta Sartre, "Marxist" olduğunu da yazmıştı, "Marxizm, aşılamaz!" demişti Sartre, "işçi sınıfı, sınıflı toplumlar yok olmadıkça, Marxizm, aşılamaz bir felsefe'dir!".
Sartre, bu anlamda bir "toplum felsefesi" yapmaktan da kaçınmadı. Sartre'ın "toplum felsefesi"nde Rousseau'nun, Hugo'nun, Lenin'in, Russell'ın etkileri vardır. Sartre, Fransa'nın hâlâ "kolonici" olduğu bir dönemde gençliğini yaşamıştı, "kolonicilik"in yok edilmesi yönündeki politikalarını gizlemedi Sartre, Fransızlar'ı da "kolonicilik" konusunda hep hassas olmaya çağırdı. Kuzey Afrika'daki Fransız "koloni"lerinde -özellikle de Cezayir'de- yaşananları Sartre'dan okumak bu açıdan iyi bir tarihsel bilgi getirir.
Jean Paul Sartre, Vietnam'ın Fransa tarafından işgâl edilmesini de eleştirmişti!
Sartre'a "toplum felsefesi" ya da siyasî faâliyetlerinden dolayı saldırıldığında, Başkan De Gaulle, "Sartre, Fransa'dır!" diye Sartre'ı savunmuş, Sartre'la farklı özellikleri olmasının, Sartre'a düşman olmasını veyâ Sartre'a saldırmasını gerekli kılmadığını duyurmuş idi. Jean Paul Sartre, Başkan De Gaulle'e de muhâlefet etmekten kaçınmamıştı, İkinci Dünya Savaşı yıllarında De Gaulle'ü desteklediği hâlde.
Jean Paul Sartre'a Nobel Edebiyat Ödülü verilmesi, 20. Yüzyıl'da yaşanmış ilginç anlardan biridir. Jean Paul Sartre, Birinci Dünya Savaşı'ndan itibâren dünya edebiyatı'nı yönlendirmiş ya da etkilemiş büyük yazarlardan biriydi, böyle bir ödül verilmesi hem iyi bir şeydi, hem de ilginç idi, Sartre'nın tarihteki büyük filozoflardan biri olarak, İsveç Kraliyet Akademisi'nce ödüllendirilmesi, Nobel Edebiyat Ödülü'nün karakterini değiştirmişti.
SİNAN ÖNER
Nobel Edebiyat Ödülü'nün Geçmişi'nden (2)
Amerikalı Gazeteci, Romancı John Steinbeck de, Nobel Edebiyat Ödülü kazanmıştı.
John Steinbeck'in yazdığı bir çok roman, Türkçe'ye çevrildi, Türkçe'de yayınlandı, okurları da az değildir.
John Steinbeck'in, "Gazap Üzümleri", "Sardalya Sokağı", "Yukarımahalle", "İnci", "Tatlı Perşembe", "Bitmeyen Kavga", "Mektuplarda Bir Yaşam" gibi kitapları, Türkçe'de yayınlanmıştı.
John Steinbeck, "gerçekçi edebiyat"ın 20. Yüzyıl'da, Amerika'daki temsilcilerinden biriydi.
Nobel Edebiyat Ödülü'nün John Steinbeck'e verilmesi, doğru bir seçim idi, John Steinbeck, roman sanatı'na, gazeteciliğe, tüm yaşamında eserler üretmiş bir yazardı.
John Steinbeck'in "Mektuplarda Bir Yaşam" kitabını Türkçe'ye çeviren Sevim Raşa ile sohbet etmiştik yıllar önce, "İnsancıl" Dergisi'nde! hatta, John Steinbeck'in "Mektuplarda Bir Yaşam" kitabı ile ilgili bir deneme yazmıştım, "İnsancıl" Dergisi'nde yayınlamıştım, 1991'de. "İnsancıl" Dergisi Sahibi, Yazar Cengiz Gündoğdu iyi hatırlar, John Steinbeck'ten çok bahsederdik, John Steinbeck'in Türkiye'deki edebî hareketlere etkileri hakkında "tespit"ler yapardık, yapmıştık.
John Steinbeck'in Amerikan Tarihi'ndeki rolü de, hatırlanası bir rol idi, John Steinbeck, Amerika Birleşik Devletleri'nin tarihsel özelliklerinin korunmasını öneren bir yazardı, köleciliğin yok edilmesi yönünde yapılan savaşlar sonrasında kurulan yeni Amerika, "ırkçılık"tan da kurtulmalıydı.
John Steinbeck, "Mektuplarda Bir Yaşam"daki mektuplarında, edebî metodundan, İngilizce'yi nasıl kullandığından, edebî tarihi nasıl ele aldığından da bahsetmekteydi.
Nobel Edebiyat Ödülü'nün John Steinbeck'e neden verildiğini öğrenmek isteyenler, "Mektuplarda Bir Yaşam"ı mutlaka okumalıdırlar.
John Steinbeck, "Gazap Üzümleri"nde, Amerikan tarım tarihini romanlaştırmıştı, Amerika'da tarımın modernleştirilmesi, tarımsal kapitalizm'in Amerika'daki yayılışı, köylülerin tarımsal kapitalizm'e muhâlefet hareketleri, John Steinbeck'in "Gazap Üzümleri"nde işlediği sosyal gerçeklerdi. elbette, John Steinbeck, yarattığı kişilerle, yarattığı diyaloglarla, yarattığı edebî atmosferle, benzersiz bir yazardı, milyonlarca okuru olmasının da nedenleri arasında idi, yazarlık yetenekleri.
SİNAN ÖNER
John Steinbeck'in yazdığı bir çok roman, Türkçe'ye çevrildi, Türkçe'de yayınlandı, okurları da az değildir.
John Steinbeck'in, "Gazap Üzümleri", "Sardalya Sokağı", "Yukarımahalle", "İnci", "Tatlı Perşembe", "Bitmeyen Kavga", "Mektuplarda Bir Yaşam" gibi kitapları, Türkçe'de yayınlanmıştı.
John Steinbeck, "gerçekçi edebiyat"ın 20. Yüzyıl'da, Amerika'daki temsilcilerinden biriydi.
Nobel Edebiyat Ödülü'nün John Steinbeck'e verilmesi, doğru bir seçim idi, John Steinbeck, roman sanatı'na, gazeteciliğe, tüm yaşamında eserler üretmiş bir yazardı.
John Steinbeck'in "Mektuplarda Bir Yaşam" kitabını Türkçe'ye çeviren Sevim Raşa ile sohbet etmiştik yıllar önce, "İnsancıl" Dergisi'nde! hatta, John Steinbeck'in "Mektuplarda Bir Yaşam" kitabı ile ilgili bir deneme yazmıştım, "İnsancıl" Dergisi'nde yayınlamıştım, 1991'de. "İnsancıl" Dergisi Sahibi, Yazar Cengiz Gündoğdu iyi hatırlar, John Steinbeck'ten çok bahsederdik, John Steinbeck'in Türkiye'deki edebî hareketlere etkileri hakkında "tespit"ler yapardık, yapmıştık.
John Steinbeck'in Amerikan Tarihi'ndeki rolü de, hatırlanası bir rol idi, John Steinbeck, Amerika Birleşik Devletleri'nin tarihsel özelliklerinin korunmasını öneren bir yazardı, köleciliğin yok edilmesi yönünde yapılan savaşlar sonrasında kurulan yeni Amerika, "ırkçılık"tan da kurtulmalıydı.
John Steinbeck, "Mektuplarda Bir Yaşam"daki mektuplarında, edebî metodundan, İngilizce'yi nasıl kullandığından, edebî tarihi nasıl ele aldığından da bahsetmekteydi.
Nobel Edebiyat Ödülü'nün John Steinbeck'e neden verildiğini öğrenmek isteyenler, "Mektuplarda Bir Yaşam"ı mutlaka okumalıdırlar.
John Steinbeck, "Gazap Üzümleri"nde, Amerikan tarım tarihini romanlaştırmıştı, Amerika'da tarımın modernleştirilmesi, tarımsal kapitalizm'in Amerika'daki yayılışı, köylülerin tarımsal kapitalizm'e muhâlefet hareketleri, John Steinbeck'in "Gazap Üzümleri"nde işlediği sosyal gerçeklerdi. elbette, John Steinbeck, yarattığı kişilerle, yarattığı diyaloglarla, yarattığı edebî atmosferle, benzersiz bir yazardı, milyonlarca okuru olmasının da nedenleri arasında idi, yazarlık yetenekleri.
SİNAN ÖNER
Friday, October 8, 2010
Nobel Edebiyat Ödülü'nün Geçmişi'nden (1)
Nobel Edebiyat Ödülü'nün Geçmişi'nden bahsetmek istiyorum bu denemelerde.
"rastgele" hatırladığım Nobel Ödülü kazanmış yazarlardan, şâirlerden bahsedeyim.
Ernest Hemingway'dan başlayalım.
Amerikalı Gazeteci, Romancı, Öykücü Ernest Hemingway, "Silâhlara Veda", "Çanlar Kimin İçin Çalıyor?", "Klimanjaro'nun Karları", "Güneş de Doğar", "İhtiyar Balıkçı ve Deniz" gibi romanları ile ünlenmişti.
Ernest Hemingway'in eserleri sinema filmlerinde canlandırıldı.
Ernest Hemingway, Birinci Dünya Savaşı sonlarında savaş muhabirliği de yapmıştı, İstanbul'a gelmiş, bir süre Türkiye'de kalmış, gazetelerde Türkiye ile ilgili haberler yazmıştı. Birinci Dünya Savaşı ile ilgili çok sayıda makale yazmıştı, Ernest Hemingway.
"Silâhlara Veda" romanı da, Ernest Hemingway'ın savaş yıllarında yaşadıklarının bir eseridir. "Güneş de Doğar" romanı da öyle.
Ernest Hemingway, daha sonra başka ülkelere geziler yaptı, başka ülkelerin yaşadıklarından, romanlar, öyküler, makaleler üretti. meselâ, İspanya İç Savaşı'nı izledi, 1936'da, Ernest Hemingway.
Ernest Hemingway'in Amerikan Tarihi'nden yararlanıp ürettiği eserleri de az değildi!
Ernest Hemingway, Latin Amerika'ya geziler yaptı, Küba'da kaldı, Küba Devrimi'nin ilk yıllarında Küba'yı destekleyici bir politika izledi.
Ernest Hemingway'in eserleri, tüm dünya'da yayınlanmıştı, Nobel Edebiyat Ödülü kazanması çok isâbetli bir seçim olmuş, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bir süre sonra gerçekleşmiş bu ödüllendirme, edebî tarih açısından da çok ilginç idi.
Ernest Hemingway'e Nobel Edebiyat Ödülü verilmesi, Nobel Ödülleri'nin saygınlığına da bir katkı idi.
Ernest Hemingway, Kuzey Amerika, Ortadoğu, İberik, Latin Amerika ülkelerinde yaşadı, yazdı, 20. Yüzyıl'ın savaşlarla, felâketlerle, iflâslarla dolu tarihinde, bu tarihe müdahâle etmeyi becermiş bir Yazar idi, bir çok şeyi değiştirdi, bir çok şeyin "humanist" bir çizgide evrilmesine neden oldu. Ernest Hemingway'in Nobel Edebiyat Ödülü kazanması, doğaldı, ama, hâlâ şaşırtıcı bir şeymiş gibi de geliyor.
SİNAN ÖNER
"rastgele" hatırladığım Nobel Ödülü kazanmış yazarlardan, şâirlerden bahsedeyim.
Ernest Hemingway'dan başlayalım.
Amerikalı Gazeteci, Romancı, Öykücü Ernest Hemingway, "Silâhlara Veda", "Çanlar Kimin İçin Çalıyor?", "Klimanjaro'nun Karları", "Güneş de Doğar", "İhtiyar Balıkçı ve Deniz" gibi romanları ile ünlenmişti.
Ernest Hemingway'in eserleri sinema filmlerinde canlandırıldı.
Ernest Hemingway, Birinci Dünya Savaşı sonlarında savaş muhabirliği de yapmıştı, İstanbul'a gelmiş, bir süre Türkiye'de kalmış, gazetelerde Türkiye ile ilgili haberler yazmıştı. Birinci Dünya Savaşı ile ilgili çok sayıda makale yazmıştı, Ernest Hemingway.
"Silâhlara Veda" romanı da, Ernest Hemingway'ın savaş yıllarında yaşadıklarının bir eseridir. "Güneş de Doğar" romanı da öyle.
Ernest Hemingway, daha sonra başka ülkelere geziler yaptı, başka ülkelerin yaşadıklarından, romanlar, öyküler, makaleler üretti. meselâ, İspanya İç Savaşı'nı izledi, 1936'da, Ernest Hemingway.
Ernest Hemingway'in Amerikan Tarihi'nden yararlanıp ürettiği eserleri de az değildi!
Ernest Hemingway, Latin Amerika'ya geziler yaptı, Küba'da kaldı, Küba Devrimi'nin ilk yıllarında Küba'yı destekleyici bir politika izledi.
Ernest Hemingway'in eserleri, tüm dünya'da yayınlanmıştı, Nobel Edebiyat Ödülü kazanması çok isâbetli bir seçim olmuş, İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bir süre sonra gerçekleşmiş bu ödüllendirme, edebî tarih açısından da çok ilginç idi.
Ernest Hemingway'e Nobel Edebiyat Ödülü verilmesi, Nobel Ödülleri'nin saygınlığına da bir katkı idi.
Ernest Hemingway, Kuzey Amerika, Ortadoğu, İberik, Latin Amerika ülkelerinde yaşadı, yazdı, 20. Yüzyıl'ın savaşlarla, felâketlerle, iflâslarla dolu tarihinde, bu tarihe müdahâle etmeyi becermiş bir Yazar idi, bir çok şeyi değiştirdi, bir çok şeyin "humanist" bir çizgide evrilmesine neden oldu. Ernest Hemingway'in Nobel Edebiyat Ödülü kazanması, doğaldı, ama, hâlâ şaşırtıcı bir şeymiş gibi de geliyor.
SİNAN ÖNER
Thursday, October 7, 2010
2010 Nobel Edebiyat Ödülü, Mario Vargas Llosa'nın
2010 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi bugün açıklandı: Mario Vargas Llosa.
Mario Vargas Llosa, Peru'lu İspanyol Yazar, Romancı, Denemeci, "Profesör".
Mario Vargas Llosa'ya Nobel Edebiyat Ödülü'nün "bir gün mutlaka" verileceğini daha liseli yıllarımda -1985'lerde- biliyordum, hissediyordum, hatta verilmesi gerektiğini de düşünüyordum.
Mario Vargas Llosa'nın eserlerini pek okumadım halbûki, Türkçe'de "Kent ve Köpekler" romanı yayınlanmıştı yıllar önce, sonra başka çeviriler yapıldı, şimdi, Nobel Edebiyat Ödülü'nü alınca, eserlerinin çoğu Türkçe'ye çevrilir, yayınlanır!
Nobel Edebiyat Ödülü'nün Türkçe'ye çok yararı olmuştur, geçmişte, Nobel Ödülü aldılar diye bir çok yazarın eserleri Türkçe'ye çevrilmiş, yayınlanmıştı. zaten, Nobel Edebiyat Ödülü, 20. Yüzyıl'ın başlarında verilmeye başlanırken, bir amaç da bu idi, ödül kazanan yazarların eserlerinin farklı dillerde, farklı ülkelerde yayınlanması.
meselâ, daha geçen yıllarda, Portekizli İspanyol Yazar José Saramago'nun eserleri, José Saramago Nobel Edebiyat Ödülü alınca Türkçe'de yayınlanmıştı, daha önce José Saramago pek bilinmiyordu Türkiye'de.
yine, Gabriel Garcia Marquez, 1982'de Nobel Edebiyat Ödülü alınca, eserleri Türkçe'ye çevrildi, Türkçe'de yayınlandı, romanları, öyküleri, denemeleri.
Mario Vargas Llosa, Perulu ama İspanyol bir Yazar, İspanya'da üniversite eğitimi almış, İspanyolca yazıyor eserlerini. Mario Vargas Llosa'nın, bir romancı olarak ustalığı tüm dünyada kabûl ediliyor, aynı zamanda bir filozof, Mario Vargas Llosa, siyaset filozofu, tarih filozofu. Latin Amerikalı yazarlar arasında, "modern edebiyat" açısından Mario Vargas Llosa, "modernizm"in edebiyat'ta büyük bir uygulayıcısı. Julio Cortazar, Jorge Amado, Pablo Neruda, Miguel Angel Asturias, Octavio Paz gibi yazarlar gibi, Mario Vargas Llosa da, bir anlamda, bir "gerçekçilik ustası". Mario Vargas Llosa'nın eserlerinin çoğunu okumadığım için, yazarlığı ile ilgili fazla bir şey yazmak istemem. ama, Mario Vargas Llosa'ya 2010 Nobel Edebiyat Ödülü'nün verilmesinin çok iyi, çok doğru bir seçim olduğunu yazmamda hiç bir sakınca yok, hatta eserlerini okusaydım, daha da çok şey yazardım!
Mario Vargas Llosa'yı kutlarım, Peru'yu, İspanya'yı, İsveç'i kutlarım.
SİNAN ÖNER
Mario Vargas Llosa, Peru'lu İspanyol Yazar, Romancı, Denemeci, "Profesör".
Mario Vargas Llosa'ya Nobel Edebiyat Ödülü'nün "bir gün mutlaka" verileceğini daha liseli yıllarımda -1985'lerde- biliyordum, hissediyordum, hatta verilmesi gerektiğini de düşünüyordum.
Mario Vargas Llosa'nın eserlerini pek okumadım halbûki, Türkçe'de "Kent ve Köpekler" romanı yayınlanmıştı yıllar önce, sonra başka çeviriler yapıldı, şimdi, Nobel Edebiyat Ödülü'nü alınca, eserlerinin çoğu Türkçe'ye çevrilir, yayınlanır!
Nobel Edebiyat Ödülü'nün Türkçe'ye çok yararı olmuştur, geçmişte, Nobel Ödülü aldılar diye bir çok yazarın eserleri Türkçe'ye çevrilmiş, yayınlanmıştı. zaten, Nobel Edebiyat Ödülü, 20. Yüzyıl'ın başlarında verilmeye başlanırken, bir amaç da bu idi, ödül kazanan yazarların eserlerinin farklı dillerde, farklı ülkelerde yayınlanması.
meselâ, daha geçen yıllarda, Portekizli İspanyol Yazar José Saramago'nun eserleri, José Saramago Nobel Edebiyat Ödülü alınca Türkçe'de yayınlanmıştı, daha önce José Saramago pek bilinmiyordu Türkiye'de.
yine, Gabriel Garcia Marquez, 1982'de Nobel Edebiyat Ödülü alınca, eserleri Türkçe'ye çevrildi, Türkçe'de yayınlandı, romanları, öyküleri, denemeleri.
Mario Vargas Llosa, Perulu ama İspanyol bir Yazar, İspanya'da üniversite eğitimi almış, İspanyolca yazıyor eserlerini. Mario Vargas Llosa'nın, bir romancı olarak ustalığı tüm dünyada kabûl ediliyor, aynı zamanda bir filozof, Mario Vargas Llosa, siyaset filozofu, tarih filozofu. Latin Amerikalı yazarlar arasında, "modern edebiyat" açısından Mario Vargas Llosa, "modernizm"in edebiyat'ta büyük bir uygulayıcısı. Julio Cortazar, Jorge Amado, Pablo Neruda, Miguel Angel Asturias, Octavio Paz gibi yazarlar gibi, Mario Vargas Llosa da, bir anlamda, bir "gerçekçilik ustası". Mario Vargas Llosa'nın eserlerinin çoğunu okumadığım için, yazarlığı ile ilgili fazla bir şey yazmak istemem. ama, Mario Vargas Llosa'ya 2010 Nobel Edebiyat Ödülü'nün verilmesinin çok iyi, çok doğru bir seçim olduğunu yazmamda hiç bir sakınca yok, hatta eserlerini okusaydım, daha da çok şey yazardım!
Mario Vargas Llosa'yı kutlarım, Peru'yu, İspanya'yı, İsveç'i kutlarım.
SİNAN ÖNER
Monday, October 4, 2010
Şiir'le Yaşadığım Hayat!
Şiir'le yaşadığım hayat'ı anlatmam gerek.
neden şiir yazdım, neden şiirlerin arasında yaşadım, neden Şâirler'le yaşadım?
şiir yazmaya, 1983'de başladım, 12 yaşımda, geç bir tarih. ama, şiir okumaya, hemen 7 yaşımda başlamıştım. roman okumaya da çok erken başladım, 8 yaşımda, Victor Hugo'nun "Sefiller"ini okumuştum, yüzlerce sayfa. Waterloo Savaşı'nı tartıştım daha çocukken, Napoléon'un Rusya ile savaşını, Victor Hugo, "Sefiller"de sayfalarca anlatmıştı. Jan Val Jean'ın, Cosette'in, Marius'un, Javert'ın, Fantine'in yaşadığı Paris'te yaşadım, çocukluğumu. elbette, "Sefiller" okuru olarak. Fransız Şiiri'ni de, Türkçe çevirilerinden çocukluğumda okumaya başlamıştım.
deneme okumaya, ya da makale okumaya da, 7 yaşımda başladım, Montaigne'in Denemeler'ini, 12 yaşımda okumuştum, Türkçe çevirisi ile.
şiir'i Şâirce anlayışım, yine 12 yaşımda idi, şiir yazdığımı fark edince, Şâir olacağımı da hissetmiştim. zaten, Orhan Veli, Nâzım Hikmet, Mehmet Akif, Tevfik Fikret gibi usta Şâirlerimizin çok şiirini okumuştum, şiirsel anlayışları ile kişiliğimde hissettiğim şiirsel özelliklerin birbirine benzediğini de fark etmiştim.
şiir, kelimeler'le yaşadığım bir oyun idi önce, sonra, sokaklarda, caddelerde, şehirlerde dolaşırken, şiirsel keşifler yapmayı öğrendim.
15 yaşımda, şiirlerden bir "dünya" kurmuştum!
dünya şiiri'nin Türkçe'de yayınlanan Şâirler'nin yazdıklarını toplamıştım, harçlıklarımı şiir'e harcamıştım yıllarca.
Türkçe şiiri öyle çok okumuştum ki, artık Şâirler'le sohbet etmek istiyordum, usta Şâirler'le, yazdıkları şiirlerin bana verdiği heyecan ile rastlaşmak istiyordum.
1985'de İstanbul'a taşınınca, bir çok Şâir'le sohbet etmek ya da onları dinlemek, izlemek mümkün oldu, Cemal Süreyâ, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Arif Damar, Kerim Korcan, Can Yücel, Kemal Özer, Onat Kutlar, Halim Şefik Güzelson, Melih Cevdet Anday, Tahsin Saraç, Aziz Nesin, Necâti Cumalı, Muzaffer İlhan Erdost, Vecihi Timuroğlu, Melisa Gürpınar, Gülten Akın, Ali Püsküllüoğlu, Rıfat Ilgaz gibi bir çok usta Şâir'le aynı salonlarda, aynı sohbetlerde yer aldım, çoğunun yazdıklarını zaten daha önce de okumuştum.
demek, şiir'le yaşayışımda, kitaplar vardır, İstanbul'da, Ankara'da, Yalova'da yaşadığım "kitaplı" bir hayat vardır!
şiir'i, felsefesi ya da estetiği açısından da incelemiştim.
dünya'nın bir çok şiir uzmanı'nın kitaplarını okumuştum. şiir'in nitelikleri, tarihsel bir sanat olarak tanımlanması, sürekli meraklandığım bir konu idi.
bu nedenle, üniversite olarak, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nde okumayı seçmiştim.
üniversite yıllarımda, şiir yazmak, doğal bir alışkanlığım idi. İstanbul ile Yalova arasında yolculuk yaptığım beş yıl süresince, şiir yazdım! vapurlarda, otobüslerde, kıyılarda, kıyı kafelerinde, şiir'le yaşadım.
üniversite yıllarımda, şiir'le yaşadıklarım ilginç rastlaşmalar getirmişti bana.
keşif yapmak, Şâir'in başlıca özelliklerinden biriydi, ben de, üniversite yıllarımda tüm Türkiye'yi dolaşmıştım, şiirsel keşiflerle dolu yolculuklarda. Ege'de, Karadeniz'de, Marmara Bölgesi'nde, Kapadokya'da, Güney'de, çeşitli kentlerde, kasabalarda, köylerde, hem coğrafî incelemeler yaptım, hem de şiirsel keşifler yaptım.
bu yolculuklarımın şiirsel sonuçları arasında, Japonya'da yayınladığım 75 kadar şiir vardır, Japonca'da yayınlamıştım şiirlerimi, şiirlerimi çeviren de, Japonca Uzmanı Kardeşim İnan Öner idi, 2004 ile 2008 arasında şiirlerim, hemen her ay, "Mi'te" Şiir Dergisi'nde yayınlandı.
şiir'de yaşamak, beni mutlaka doğal yaşayış koşullarına, coğrafî gerçeklere bağlıyor idi.
tarihçiliğimi de şiir'e bağladığımı yazmam gerek.
tarih kurumlarında çalıştığım yıllarda, ki, uzun yıllar sürmüştür bu deneyimlerim, şiir'den kopmadığım gibi, şiir'de yaşamaktan da kopmadım, şiirler yazdım ya da şiirler okudum. şiirsel keşiflerim, tarihçiliğim sırasında sürüp gelmişti, tarihçiliği öğrenirken, şiir'i de yeniden öğrenmekteydim.
Şiir Sanatı, çok eski bir sanat, binlerce yıllık bir geçmişi var.
2008'de, Sovyet Kırgız Yazar Chinghiz Aitmatov'un vefâtının ardından Kırgızistan'a gitmiştim, Manas Üniversitesi'nde, bir süre Kırgızca, Rusça dersleri almıştım. bu sürede, Kırgız Şiiri'ni inceledim, onlarca Kırgız Şâiri'nin şiirlerini okudum. Manas Destanı ile ilgili bazı notlar okudum. Asya'nın tarihsel, doğal güçlerinin şiir'de anlatımını bulmuş olduğunu fark ettim. hem de, Tanrı Dağı'nın hemen çevresinde idim! Şâir Yağmur Atsız'ın Babası Nihâl Atsız'ın yazdığı "Tanrı Dağı" şiirini okumuştum daha önce, şimdi Tanrı Dağı'nda idim, büyük bir şiirsel keşif idi yaşadığım.
Rus Şiiri'ni Türkçe'ye, İngilizce'ye çevrildiği özellikleri ile incelemiştim daha önce, ama, şimdi, Sovyet Kırgızistanı'nda, Ruslar'ın yaşadığı bir ülkede idim. ama, Rusça öğrenimim yine de tamamlanamadı, bir süre daha ertelemek zorunda kaldım, Rusça'yı tüm özellikleri ile öğrenmeyi.
Kırgızistan'a giderken, ilk kez uçağa binmiştim, ilk kez uçtum!
şiir açısından büyük bir anlamı vardır, uçak yolculuklarının.
şiir, kelimelerle duyuşları birbirine bağlama sanatı olarak ya da, duyuşları kelimelerde duyurma sanatı olarak vardır, bu açıdan uçak yolculuklarının Şâir'de yarattığı duyuşları mutlaka kelimeleştirmek gerekir. geçmişte, vapur yolculuklarında şiirler yazardım, sonra, tren yolculuklarında, otobüs yolculuklarında, otomobil yolculuklarında, şiirsel keşifler yapmıştım.
şiir yazmak, Rus Şâir Mayakovsky'nin yazdığı gibi, yalnız coğrafî duyuşlarla değil, tarihsel hafıza ile çalışmayı gerekli kılıyor idi, Şâir, geçmişi zihninde taşır, şiirsel geçmişi duyuşlarında, mantığında taşır, ya da yeniden keşfeder. tarihsel hafıza, Şâir'in şiir yazarkenki başlıca esin kaynağıdır, hem de şiirsel bir çalışma'nın üretici malzemelerini içerir.
Nobel Edebiyat Ödülü'nün, bu yıl bir Şâir'e verilmesini dilediğim için yazdım bu denemeyi, biraz da. hatta, Nobel Edebiyat Ödülü, bana bile verilse, doğru bir seçim olur bu, şiir'le yaşadığım hayat'ı İsveç Kraliyet Akademisi ya da Nobel Ödülleri Komitesi bilseydi, Nobel Edebiyat Ödülü almam çok doğal bir gerçek olacak idi, şiir'le bir hayat yaşadım, ama, "şiir yayınlamak" açısından bir seçim yapmak zorunda kaldım, Japonya'da, Japonca yayınlamayı seçtim, şiirsel biyografim incelendiğinde, büyük bir Şâir olduğumu bile duyurmak mümkün, doğal bir niteleme olurdu bu.
SİNAN ÖNER
neden şiir yazdım, neden şiirlerin arasında yaşadım, neden Şâirler'le yaşadım?
şiir yazmaya, 1983'de başladım, 12 yaşımda, geç bir tarih. ama, şiir okumaya, hemen 7 yaşımda başlamıştım. roman okumaya da çok erken başladım, 8 yaşımda, Victor Hugo'nun "Sefiller"ini okumuştum, yüzlerce sayfa. Waterloo Savaşı'nı tartıştım daha çocukken, Napoléon'un Rusya ile savaşını, Victor Hugo, "Sefiller"de sayfalarca anlatmıştı. Jan Val Jean'ın, Cosette'in, Marius'un, Javert'ın, Fantine'in yaşadığı Paris'te yaşadım, çocukluğumu. elbette, "Sefiller" okuru olarak. Fransız Şiiri'ni de, Türkçe çevirilerinden çocukluğumda okumaya başlamıştım.
deneme okumaya, ya da makale okumaya da, 7 yaşımda başladım, Montaigne'in Denemeler'ini, 12 yaşımda okumuştum, Türkçe çevirisi ile.
şiir'i Şâirce anlayışım, yine 12 yaşımda idi, şiir yazdığımı fark edince, Şâir olacağımı da hissetmiştim. zaten, Orhan Veli, Nâzım Hikmet, Mehmet Akif, Tevfik Fikret gibi usta Şâirlerimizin çok şiirini okumuştum, şiirsel anlayışları ile kişiliğimde hissettiğim şiirsel özelliklerin birbirine benzediğini de fark etmiştim.
şiir, kelimeler'le yaşadığım bir oyun idi önce, sonra, sokaklarda, caddelerde, şehirlerde dolaşırken, şiirsel keşifler yapmayı öğrendim.
15 yaşımda, şiirlerden bir "dünya" kurmuştum!
dünya şiiri'nin Türkçe'de yayınlanan Şâirler'nin yazdıklarını toplamıştım, harçlıklarımı şiir'e harcamıştım yıllarca.
Türkçe şiiri öyle çok okumuştum ki, artık Şâirler'le sohbet etmek istiyordum, usta Şâirler'le, yazdıkları şiirlerin bana verdiği heyecan ile rastlaşmak istiyordum.
1985'de İstanbul'a taşınınca, bir çok Şâir'le sohbet etmek ya da onları dinlemek, izlemek mümkün oldu, Cemal Süreyâ, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Arif Damar, Kerim Korcan, Can Yücel, Kemal Özer, Onat Kutlar, Halim Şefik Güzelson, Melih Cevdet Anday, Tahsin Saraç, Aziz Nesin, Necâti Cumalı, Muzaffer İlhan Erdost, Vecihi Timuroğlu, Melisa Gürpınar, Gülten Akın, Ali Püsküllüoğlu, Rıfat Ilgaz gibi bir çok usta Şâir'le aynı salonlarda, aynı sohbetlerde yer aldım, çoğunun yazdıklarını zaten daha önce de okumuştum.
demek, şiir'le yaşayışımda, kitaplar vardır, İstanbul'da, Ankara'da, Yalova'da yaşadığım "kitaplı" bir hayat vardır!
şiir'i, felsefesi ya da estetiği açısından da incelemiştim.
dünya'nın bir çok şiir uzmanı'nın kitaplarını okumuştum. şiir'in nitelikleri, tarihsel bir sanat olarak tanımlanması, sürekli meraklandığım bir konu idi.
bu nedenle, üniversite olarak, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nde okumayı seçmiştim.
üniversite yıllarımda, şiir yazmak, doğal bir alışkanlığım idi. İstanbul ile Yalova arasında yolculuk yaptığım beş yıl süresince, şiir yazdım! vapurlarda, otobüslerde, kıyılarda, kıyı kafelerinde, şiir'le yaşadım.
üniversite yıllarımda, şiir'le yaşadıklarım ilginç rastlaşmalar getirmişti bana.
keşif yapmak, Şâir'in başlıca özelliklerinden biriydi, ben de, üniversite yıllarımda tüm Türkiye'yi dolaşmıştım, şiirsel keşiflerle dolu yolculuklarda. Ege'de, Karadeniz'de, Marmara Bölgesi'nde, Kapadokya'da, Güney'de, çeşitli kentlerde, kasabalarda, köylerde, hem coğrafî incelemeler yaptım, hem de şiirsel keşifler yaptım.
bu yolculuklarımın şiirsel sonuçları arasında, Japonya'da yayınladığım 75 kadar şiir vardır, Japonca'da yayınlamıştım şiirlerimi, şiirlerimi çeviren de, Japonca Uzmanı Kardeşim İnan Öner idi, 2004 ile 2008 arasında şiirlerim, hemen her ay, "Mi'te" Şiir Dergisi'nde yayınlandı.
şiir'de yaşamak, beni mutlaka doğal yaşayış koşullarına, coğrafî gerçeklere bağlıyor idi.
tarihçiliğimi de şiir'e bağladığımı yazmam gerek.
tarih kurumlarında çalıştığım yıllarda, ki, uzun yıllar sürmüştür bu deneyimlerim, şiir'den kopmadığım gibi, şiir'de yaşamaktan da kopmadım, şiirler yazdım ya da şiirler okudum. şiirsel keşiflerim, tarihçiliğim sırasında sürüp gelmişti, tarihçiliği öğrenirken, şiir'i de yeniden öğrenmekteydim.
Şiir Sanatı, çok eski bir sanat, binlerce yıllık bir geçmişi var.
2008'de, Sovyet Kırgız Yazar Chinghiz Aitmatov'un vefâtının ardından Kırgızistan'a gitmiştim, Manas Üniversitesi'nde, bir süre Kırgızca, Rusça dersleri almıştım. bu sürede, Kırgız Şiiri'ni inceledim, onlarca Kırgız Şâiri'nin şiirlerini okudum. Manas Destanı ile ilgili bazı notlar okudum. Asya'nın tarihsel, doğal güçlerinin şiir'de anlatımını bulmuş olduğunu fark ettim. hem de, Tanrı Dağı'nın hemen çevresinde idim! Şâir Yağmur Atsız'ın Babası Nihâl Atsız'ın yazdığı "Tanrı Dağı" şiirini okumuştum daha önce, şimdi Tanrı Dağı'nda idim, büyük bir şiirsel keşif idi yaşadığım.
Rus Şiiri'ni Türkçe'ye, İngilizce'ye çevrildiği özellikleri ile incelemiştim daha önce, ama, şimdi, Sovyet Kırgızistanı'nda, Ruslar'ın yaşadığı bir ülkede idim. ama, Rusça öğrenimim yine de tamamlanamadı, bir süre daha ertelemek zorunda kaldım, Rusça'yı tüm özellikleri ile öğrenmeyi.
Kırgızistan'a giderken, ilk kez uçağa binmiştim, ilk kez uçtum!
şiir açısından büyük bir anlamı vardır, uçak yolculuklarının.
şiir, kelimelerle duyuşları birbirine bağlama sanatı olarak ya da, duyuşları kelimelerde duyurma sanatı olarak vardır, bu açıdan uçak yolculuklarının Şâir'de yarattığı duyuşları mutlaka kelimeleştirmek gerekir. geçmişte, vapur yolculuklarında şiirler yazardım, sonra, tren yolculuklarında, otobüs yolculuklarında, otomobil yolculuklarında, şiirsel keşifler yapmıştım.
şiir yazmak, Rus Şâir Mayakovsky'nin yazdığı gibi, yalnız coğrafî duyuşlarla değil, tarihsel hafıza ile çalışmayı gerekli kılıyor idi, Şâir, geçmişi zihninde taşır, şiirsel geçmişi duyuşlarında, mantığında taşır, ya da yeniden keşfeder. tarihsel hafıza, Şâir'in şiir yazarkenki başlıca esin kaynağıdır, hem de şiirsel bir çalışma'nın üretici malzemelerini içerir.
Nobel Edebiyat Ödülü'nün, bu yıl bir Şâir'e verilmesini dilediğim için yazdım bu denemeyi, biraz da. hatta, Nobel Edebiyat Ödülü, bana bile verilse, doğru bir seçim olur bu, şiir'le yaşadığım hayat'ı İsveç Kraliyet Akademisi ya da Nobel Ödülleri Komitesi bilseydi, Nobel Edebiyat Ödülü almam çok doğal bir gerçek olacak idi, şiir'le bir hayat yaşadım, ama, "şiir yayınlamak" açısından bir seçim yapmak zorunda kaldım, Japonya'da, Japonca yayınlamayı seçtim, şiirsel biyografim incelendiğinde, büyük bir Şâir olduğumu bile duyurmak mümkün, doğal bir niteleme olurdu bu.
SİNAN ÖNER
Sunday, October 3, 2010
Nobel Edebiyat Ödülü!
Nobel Edebiyat Ödülü, 2010'da kime verilecek?
önümüzdeki hafta açıklanıyor!
Nobel Edebiyat Ödülü'nün dünya edebiyatı açısından da, Türkiye edebiyatı açısından da ne kadar ilginç bir ödül olduğunu okurlarım bilirler.
Nobel Ödülleri, farklı alanlarda dağıtılıyor, İsveç Kraliyet Akademisi, Alfred Nobel'in anısını korumak amacıyla, Nobel Ödülleri dağıtmayı sürdürüyor.
Türkiye'de, Yaşar Kemal Göğceli, yıllarca Nobel Edebiyat Ödülü almayı istedi, bu yönde girişimler yaptı, ya da bu yöndeki girişimleri destekledi, ama, olmadı, hâlâ Yaşar Kemal Göğceli, Nobel Edebiyat Ödülü alamadı.
ama, Orhan Pamuk, geçen yıllarda, ilk kez, Türkçe yazan bir romancı olarak, Nobel Edebiyat Ödülü aldı. Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülü aldığı törenleri, internet'teki Nobel Ödülleri Komitesi sayfalarında izlemiştim. İsveç Kralı Gustav, Orhan Pamuk'a Nobel Edebiyat Ödülü'nü törenle vermişti. törene, Orhan Pamuk'un kızı Rüya Pamuk da katılmıştı.
Nobel Edebiyat Ödülü alan yazarlar, şâirler arasında, Gabriel Garcia Marquez, Jose Saramago, Pablo Neruda, Jean Paul Sartre, Octavio Paz, Yorgo Seferis, Jaroslav Seifert, Samuel Beckett, Rabindranath Tagore, Boris Pasternak, Elias Canetti, Dario Fo, Romain Rolland, Kenzaburo Oe, Yasunari Kawabata, Doris Lessing, Ernest Hemingway, Necip Mahfuz gibi usta yazarlar, şâirler vardır.
Nobel Edebiyat Ödülü, saygın bir edebiyat ödülü.
ama, Nobel Edebiyat Ödülü alamayan usta yazarlar, şâirler de vardır: Nâzım Hikmet Ran, Chinghiz Aitmatov, Kemal Tahir, Aziz Nesin, Rafael Alberti, Cesare Pavese, Arthur Miller, Nicholas Guillien, Jack London, Franz Kafka, Bertolt Brecht, Paul Eluard, Yevgeni Yevtushenko, Yukio Mishima, Jorge Amado gibi.
Nâzım Hikmet Ran, Dünya Barış Ödülü almıştı, Chinghiz Aitmatov da, Lenin Ödülü. Chinghiz Aitmatov, bir sohbetinde, "bana Nobel Ödülü vermediler ama, eserlerim 150 dil'de yayınlandı, bu da Nobel Ödülü kadar büyük bir ödül!" demişti.
zaten, tüm usta yazarlara, şâirlere ödül vermek de mümkün değildir, dünya edebiyatı zengin bir edebiyat, bir çok yazar, bir çok şâir, eserler üretmeyi sürdürüyor.
bu yıl kim Nobel Edebiyat Ödülü alacak?
ben, bir tâhmin yapmak istemiyorum, ama, "aday"lar arasında Suriyeli Şâir Adonis de varmış, Adonis'in Nobel Edebiyat Ödülü alması doğaldır, alırsa şaşırmam! Adonis, Arap Şiiri'nde büyük bir doruk olduğu gibi, Adonis'in zihinsel yetilerinin de Nobel Ödülleri Komitesi'nce ödüllendirilmesinde fayda vardır, insanlık açısından. Adonis, daha önce, Nâzım Hikmet Ödülü almıştı, İstanbul'daki sohbet toplantılarında yer almıştım, Şâir Çevirmen Özdemir İnce, Şâir Çevirmen Ataol Behramoğlu da, Adonis'i yalnız bırakmamışlardı, Adonis, bana da kitaplarını hediye etmişti, yıllar önce!
şimdi, yıllar sonra, Adonis'in Nobel Edebiyat Ödülü alması ihtimâli, kuşkusuz sevindirici bir haber.
ben de, Japonya'da, Japonca'da yayınladığım 75 kadar şiir'e güvenip, "Mi'te" Dergisi Editörü Şâir Arai Takako'dan şiirlerimi Nobel Edebiyat Ödülleri Komitesi'ne göndermesini, "aday"lığımı duyurmasını istemiştim. bilmiyorum, gönderdi mi? ama, ben, geçen yıllarda, yazdığım ilk romanı, "Suruç'ta Issızlık"ı, Nobel Ödülleri Komitesi'ne göndermiştim, yayınlanmadığı için, "aday"lığım söz konusu değildi, ama, yayınlandığında, ben de "aday" olurum.
demek ki, Nobel Edebiyat Ödülleri ile Türkçe yazan yazarların, şâirlerin bir ilgisi hep var, hep de olacak.
bu yılki Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibini şimdiden kutlarım.
SİNAN ÖNER
önümüzdeki hafta açıklanıyor!
Nobel Edebiyat Ödülü'nün dünya edebiyatı açısından da, Türkiye edebiyatı açısından da ne kadar ilginç bir ödül olduğunu okurlarım bilirler.
Nobel Ödülleri, farklı alanlarda dağıtılıyor, İsveç Kraliyet Akademisi, Alfred Nobel'in anısını korumak amacıyla, Nobel Ödülleri dağıtmayı sürdürüyor.
Türkiye'de, Yaşar Kemal Göğceli, yıllarca Nobel Edebiyat Ödülü almayı istedi, bu yönde girişimler yaptı, ya da bu yöndeki girişimleri destekledi, ama, olmadı, hâlâ Yaşar Kemal Göğceli, Nobel Edebiyat Ödülü alamadı.
ama, Orhan Pamuk, geçen yıllarda, ilk kez, Türkçe yazan bir romancı olarak, Nobel Edebiyat Ödülü aldı. Orhan Pamuk'un Nobel Edebiyat Ödülü aldığı törenleri, internet'teki Nobel Ödülleri Komitesi sayfalarında izlemiştim. İsveç Kralı Gustav, Orhan Pamuk'a Nobel Edebiyat Ödülü'nü törenle vermişti. törene, Orhan Pamuk'un kızı Rüya Pamuk da katılmıştı.
Nobel Edebiyat Ödülü alan yazarlar, şâirler arasında, Gabriel Garcia Marquez, Jose Saramago, Pablo Neruda, Jean Paul Sartre, Octavio Paz, Yorgo Seferis, Jaroslav Seifert, Samuel Beckett, Rabindranath Tagore, Boris Pasternak, Elias Canetti, Dario Fo, Romain Rolland, Kenzaburo Oe, Yasunari Kawabata, Doris Lessing, Ernest Hemingway, Necip Mahfuz gibi usta yazarlar, şâirler vardır.
Nobel Edebiyat Ödülü, saygın bir edebiyat ödülü.
ama, Nobel Edebiyat Ödülü alamayan usta yazarlar, şâirler de vardır: Nâzım Hikmet Ran, Chinghiz Aitmatov, Kemal Tahir, Aziz Nesin, Rafael Alberti, Cesare Pavese, Arthur Miller, Nicholas Guillien, Jack London, Franz Kafka, Bertolt Brecht, Paul Eluard, Yevgeni Yevtushenko, Yukio Mishima, Jorge Amado gibi.
Nâzım Hikmet Ran, Dünya Barış Ödülü almıştı, Chinghiz Aitmatov da, Lenin Ödülü. Chinghiz Aitmatov, bir sohbetinde, "bana Nobel Ödülü vermediler ama, eserlerim 150 dil'de yayınlandı, bu da Nobel Ödülü kadar büyük bir ödül!" demişti.
zaten, tüm usta yazarlara, şâirlere ödül vermek de mümkün değildir, dünya edebiyatı zengin bir edebiyat, bir çok yazar, bir çok şâir, eserler üretmeyi sürdürüyor.
bu yıl kim Nobel Edebiyat Ödülü alacak?
ben, bir tâhmin yapmak istemiyorum, ama, "aday"lar arasında Suriyeli Şâir Adonis de varmış, Adonis'in Nobel Edebiyat Ödülü alması doğaldır, alırsa şaşırmam! Adonis, Arap Şiiri'nde büyük bir doruk olduğu gibi, Adonis'in zihinsel yetilerinin de Nobel Ödülleri Komitesi'nce ödüllendirilmesinde fayda vardır, insanlık açısından. Adonis, daha önce, Nâzım Hikmet Ödülü almıştı, İstanbul'daki sohbet toplantılarında yer almıştım, Şâir Çevirmen Özdemir İnce, Şâir Çevirmen Ataol Behramoğlu da, Adonis'i yalnız bırakmamışlardı, Adonis, bana da kitaplarını hediye etmişti, yıllar önce!
şimdi, yıllar sonra, Adonis'in Nobel Edebiyat Ödülü alması ihtimâli, kuşkusuz sevindirici bir haber.
ben de, Japonya'da, Japonca'da yayınladığım 75 kadar şiir'e güvenip, "Mi'te" Dergisi Editörü Şâir Arai Takako'dan şiirlerimi Nobel Edebiyat Ödülleri Komitesi'ne göndermesini, "aday"lığımı duyurmasını istemiştim. bilmiyorum, gönderdi mi? ama, ben, geçen yıllarda, yazdığım ilk romanı, "Suruç'ta Issızlık"ı, Nobel Ödülleri Komitesi'ne göndermiştim, yayınlanmadığı için, "aday"lığım söz konusu değildi, ama, yayınlandığında, ben de "aday" olurum.
demek ki, Nobel Edebiyat Ödülleri ile Türkçe yazan yazarların, şâirlerin bir ilgisi hep var, hep de olacak.
bu yılki Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibini şimdiden kutlarım.
SİNAN ÖNER
Friday, September 17, 2010
Papa 16. Benedictus, İngiltere'de
PPapa 16. Benedictus, İngiltere'yi ziyâret ediyor.
Papa, İngiltere'de Kraliçe Elizabeth ile, Prens Philippe tarafından ağırlanıyor.
ilk demeçler, ilk görüşmeler iyi geçmiş, CNN'de, BBC'de izlediğim haberler böyle.
Papa 16. Benedictus'un İngiltere Gezisi yeni başladığı için, bir yorum yapmak istemem, gezi devâm ediyor.
ama, Hristiyanlık açısından ilginç bir gezi.
Hristiyanlık, tarihsel bir "mezhepleşme" ile, tüm dünya'da farklılıklar yaşadı, elbette ayrıntıları incelediğimizde, "yüzeysel" bilgilerin ötesinde farkına varışlar yaşarız. "mezhepleşme"de bir neden de, "bilgilenme"de yaşanan farklardır. İngiltere'de Hristiyanlığın yaşadığı tarih de, "mezhepleşme tarihi" oldu, hâlâ da, bu farkların yarattığı koşullarda yaşayan bir Hristiyanlık var.
Papa 16. Benedictus'un İngiltere'yi ziyâreti, Hristiyanlık Tarihi'ni yeniden düşünmek için iyi bir olanak.
SİNAN ÖNER
Papa, İngiltere'de Kraliçe Elizabeth ile, Prens Philippe tarafından ağırlanıyor.
ilk demeçler, ilk görüşmeler iyi geçmiş, CNN'de, BBC'de izlediğim haberler böyle.
Papa 16. Benedictus'un İngiltere Gezisi yeni başladığı için, bir yorum yapmak istemem, gezi devâm ediyor.
ama, Hristiyanlık açısından ilginç bir gezi.
Hristiyanlık, tarihsel bir "mezhepleşme" ile, tüm dünya'da farklılıklar yaşadı, elbette ayrıntıları incelediğimizde, "yüzeysel" bilgilerin ötesinde farkına varışlar yaşarız. "mezhepleşme"de bir neden de, "bilgilenme"de yaşanan farklardır. İngiltere'de Hristiyanlığın yaşadığı tarih de, "mezhepleşme tarihi" oldu, hâlâ da, bu farkların yarattığı koşullarda yaşayan bir Hristiyanlık var.
Papa 16. Benedictus'un İngiltere'yi ziyâreti, Hristiyanlık Tarihi'ni yeniden düşünmek için iyi bir olanak.
SİNAN ÖNER
Monday, September 13, 2010
Yeni Dalga'da bir Vefât Daha!
Fransız Yeni Dalga Sineması'nda bir vefât daha: Claude Chabrol vefât etti.
geçen yıl da, Eric Rohmer vefât etmişti.
Claude Chabrol'ün filmlerinin çoğu Türkiye'de gösterildi, Sinematek yıllarında, daha sonra Sinema Günleri'nde, Film Festivalleri'nde, Claude Chabrol filmlerinin özel bir yeri vardı.
Claude Chabrol'ün "Seremoni" filmi de, 1995'de, Türkiye'de aylarca gösterilmişti, son büyük filmlerinden biri olarak. Claude Chabrol, film yapmaktan hiç vazgeçmedi, yaşlılık yıllarında da filmler yaptı, bu açıdan Atıf Yılmaz Batıbeki'ye benzeyen bir Yönetmen. Atıf Yılmaz da, son yıllarına kadar filmler yapmıştı.
Claude Chabrol Sineması nasıl bir sinema idi?
elbette, şimdi, bir çok insan, gazetelerde Claude Chabrol'ün vefâtını öğrenince, bu soruyu sorar.
Claude Chabrol, gençlik yıllarında, Alain Resnais, Jean Luc Godard, Francois Truffaut, Louis Malle gibi genç yönetmenlerle Yeni Dalga Sineması'nı kurmuştur, sinema sanatı'na yenilikler getirmişler, Fransız Yazar Andre Bazin'in, Jean Renoir'in, Charles Chaplin'in, Sergei Eisenstein'ın da etkileri ile, sinema sanatı ile sosyal gerçekliği, sinema sanatı ile doğal gerçekliği birbirine bağlamışlardır.
Claude Chabrol, Yeni Dalga'nın saygın bir lideri idi, ölürken de, Claude Chabrol'ü kimse eleştirmiyor, kimse 80 yıllık hayatına yönelik bir çelişki yaşamıyor, herkes, Claude Chabrol'ün büyük bir insan olduğuna, temiz bir insan olduğuna, eserlerindeki dürüstlüğe emin, herkes, Claude Chabrol'e saygı gösterisi yapmak için giyiniyor, kuşanıyor. Claude Chabrol'ün sinema sanatı'ndaki deneyimleri, ustalığı, dinamizmi, dünya sineması ile kurduğu bağ, Fransız Kültürü'ne genel olarak bağlılığı, hepsi, şimdi, Claude Chabrol'ün cenâze törenlerinde yeniden hatırlanacak, kutlanacak, yeniden gösterilecek.
SİNAN ÖNER
geçen yıl da, Eric Rohmer vefât etmişti.
Claude Chabrol'ün filmlerinin çoğu Türkiye'de gösterildi, Sinematek yıllarında, daha sonra Sinema Günleri'nde, Film Festivalleri'nde, Claude Chabrol filmlerinin özel bir yeri vardı.
Claude Chabrol'ün "Seremoni" filmi de, 1995'de, Türkiye'de aylarca gösterilmişti, son büyük filmlerinden biri olarak. Claude Chabrol, film yapmaktan hiç vazgeçmedi, yaşlılık yıllarında da filmler yaptı, bu açıdan Atıf Yılmaz Batıbeki'ye benzeyen bir Yönetmen. Atıf Yılmaz da, son yıllarına kadar filmler yapmıştı.
Claude Chabrol Sineması nasıl bir sinema idi?
elbette, şimdi, bir çok insan, gazetelerde Claude Chabrol'ün vefâtını öğrenince, bu soruyu sorar.
Claude Chabrol, gençlik yıllarında, Alain Resnais, Jean Luc Godard, Francois Truffaut, Louis Malle gibi genç yönetmenlerle Yeni Dalga Sineması'nı kurmuştur, sinema sanatı'na yenilikler getirmişler, Fransız Yazar Andre Bazin'in, Jean Renoir'in, Charles Chaplin'in, Sergei Eisenstein'ın da etkileri ile, sinema sanatı ile sosyal gerçekliği, sinema sanatı ile doğal gerçekliği birbirine bağlamışlardır.
Claude Chabrol, Yeni Dalga'nın saygın bir lideri idi, ölürken de, Claude Chabrol'ü kimse eleştirmiyor, kimse 80 yıllık hayatına yönelik bir çelişki yaşamıyor, herkes, Claude Chabrol'ün büyük bir insan olduğuna, temiz bir insan olduğuna, eserlerindeki dürüstlüğe emin, herkes, Claude Chabrol'e saygı gösterisi yapmak için giyiniyor, kuşanıyor. Claude Chabrol'ün sinema sanatı'ndaki deneyimleri, ustalığı, dinamizmi, dünya sineması ile kurduğu bağ, Fransız Kültürü'ne genel olarak bağlılığı, hepsi, şimdi, Claude Chabrol'ün cenâze törenlerinde yeniden hatırlanacak, kutlanacak, yeniden gösterilecek.
SİNAN ÖNER
Saturday, September 4, 2010
Profesör Hawking'in Yeni Kitabı'nda Bir "Tez"!
Profesör Stephen Hawking, yeni kitabı "Büyük Tasarım"da, bir "tez" yayınlamış, "dünya'yı Tanrı yaratmadı" diyor, Profesör Stephen Hawking.
İngiliz din adamları da, Hawking'in "tez"i ile ilgili tartışmışlar, "kanıt"larını ele almışlar.
Profesör Stephen Hawking'in "Zamanın Kısa Tarihi" kitabını yıllar önce okumuştum, yine, dünya'nın nasıl meydana geldiğini, nasıl doğduğunu anlatmıştı Stephen Hawking, "bing bang ihtimâli"ni tartışmıştı kitapta.
şimdi, yıllar sonra, Profesör Stephen Hawking, Tanrı ile dünya arasında, bir "yaratma" ya da "yaratılma" ilişkisi olmadığını "tez"leştiriyor.
"Tanrı, yoktur" demiyor Profesör Stephen Hawking, "dünya'yı Tanrı yaratmadı" diyor.
daha önce, Albert Einstein, "Tanrı, zar atmaz!" derken, dünya'nın da içinde olduğu gezegenler sistemi'nde, ya da "kozmos"da, bir "rastlantı" olmadığını, Tanrı'nın "fiziksel koşulların esiri" olmadığını yazmıştı.
ama, "Tanrı, yoktur" diyen fizikçiler de vardır geçmişte. "Tanrı, yoktur, dünya, maddelerin değişmesinin bir eseridir" diyorlardı, fizikçiler.
Profesör Stephen Hawking, daha "yeni" bir "tez" yayınlamış, "Tanrı, vardır", ama, "dünya'yı yaratmış değildir."
SİNAN ÖNER
İngiliz din adamları da, Hawking'in "tez"i ile ilgili tartışmışlar, "kanıt"larını ele almışlar.
Profesör Stephen Hawking'in "Zamanın Kısa Tarihi" kitabını yıllar önce okumuştum, yine, dünya'nın nasıl meydana geldiğini, nasıl doğduğunu anlatmıştı Stephen Hawking, "bing bang ihtimâli"ni tartışmıştı kitapta.
şimdi, yıllar sonra, Profesör Stephen Hawking, Tanrı ile dünya arasında, bir "yaratma" ya da "yaratılma" ilişkisi olmadığını "tez"leştiriyor.
"Tanrı, yoktur" demiyor Profesör Stephen Hawking, "dünya'yı Tanrı yaratmadı" diyor.
daha önce, Albert Einstein, "Tanrı, zar atmaz!" derken, dünya'nın da içinde olduğu gezegenler sistemi'nde, ya da "kozmos"da, bir "rastlantı" olmadığını, Tanrı'nın "fiziksel koşulların esiri" olmadığını yazmıştı.
ama, "Tanrı, yoktur" diyen fizikçiler de vardır geçmişte. "Tanrı, yoktur, dünya, maddelerin değişmesinin bir eseridir" diyorlardı, fizikçiler.
Profesör Stephen Hawking, daha "yeni" bir "tez" yayınlamış, "Tanrı, vardır", ama, "dünya'yı yaratmış değildir."
SİNAN ÖNER
Saturday, August 28, 2010
Büyükelçi Solmaz Ünaydın'ın Vefâtı
Türkiye'nin Tokyo Büyükelçiliğini yapmıştı, Büyükelçi Solmaz Ünaydın, Emekli Büyükelçi Tevfik Ünaydın'ın eşi idi. Atatürk'ün dostlarından Yazar, Devlet Adamı Ruşen Eşref Ünaydın'ın ailesi.
Solmaz Ünaydın'ı Tokyo Büyükelçiliği sırasında çok işitmiştim, Kardeşim Japon Edebiyatı Uzmanı, Çevirmen İnan Öner, Türkiye'ye geldiğinde, Büyükelçi Solmaz Ünaydın'dan mutlaka bahsederdi bana, Tevfik Ünaydın'dan da bahsederdik.
Ruşen Eşref Ünaydın'ın yazdıklarını çocukken okurdum, Atatürk'ün yardımcılarından biri olduğu gibi, Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk Devrimleri'nin de liderlerinden biriydi.
Solmaz Ünaydın'ı ilk kez, Haziran 2010'da, bu yıl, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Salonu'nda toplanan 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nda izledim, bir konuşma yaptı, Tokyo Büyükelçiliği sırasında yaşadığı izlenimleri anlattı. Konferans'a, Japonya Ankara Büyükelçisi Tanaka da katılmıştı, 27 öğretim üyesi, Konferans'ta tebliğlerini okudular. Profesör Selçuk Esenbel, Profesör Kadri Özçaldıran, Profesör Tadeshi Suzuki, Profesör Zafer Toprak, Konferans'ta yer aldılar, konuşmalar yaptılar.
Solmaz Ünaydın, Haziran'daki Konferans'da iyi gelmişti bana, öyle sanmışım!
2010 Japonya Yılı etkinlikleri nedeniyle yapılmıştı Konferans, Solmaz Ünaydın'ın da Konferans'a katılması büyük bir nezâket idi!
şimdi, birdenbire bir vefât haberi ile sarsıldım, vefât eden Solmaz Ünaydın'dı, yazık ki, Tevfik Ünaydın'a şimdi ulaşmam mümkün değil, haberi, Japonya'daki Kardeşim Çevirmen İnan Öner'den aldım.
Solmaz Ünaydın'ın cenâze törenleri, 29 Ağustos 2010'da, Ankara'da yapılacakmış.
Solmaz Ünaydın'ın eşi Büyükelçi Tevfik Ünaydın'a, değerli ailesine, dostlarına, meslektaşı diplomatlarımıza başsağlığı dilerim, 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nın katılımcılarına başsağlığı dilerim.
Tokyo Büyükelçisi Değerli Diplomat Sermet Atacanlı'ya, Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'e, Onuncu Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer'e, Japonya'nın Ankara Büyükelçisi Tanaka'ya, Japonya Dışişleri Bakanlığı'na, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Profesör Selçuk Esenbel'e, Profesör Zafer Toprak'a, Profesör Tadeshi Suzuki'ye, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Profesör Kadri Özçaldıran'a başsağlığı dilerim.
Atatürk'den Ruşen Eşref Ünaydın'a, Tevfik Ünaydın'dan Solmaz Ünaydın'a, Ünaydın'ların Türkiye'ye, dünya'ya katkılarını hep hatırlayacağız!
SİNAN ÖNER
Solmaz Ünaydın'ı Tokyo Büyükelçiliği sırasında çok işitmiştim, Kardeşim Japon Edebiyatı Uzmanı, Çevirmen İnan Öner, Türkiye'ye geldiğinde, Büyükelçi Solmaz Ünaydın'dan mutlaka bahsederdi bana, Tevfik Ünaydın'dan da bahsederdik.
Ruşen Eşref Ünaydın'ın yazdıklarını çocukken okurdum, Atatürk'ün yardımcılarından biri olduğu gibi, Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk Devrimleri'nin de liderlerinden biriydi.
Solmaz Ünaydın'ı ilk kez, Haziran 2010'da, bu yıl, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Salonu'nda toplanan 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nda izledim, bir konuşma yaptı, Tokyo Büyükelçiliği sırasında yaşadığı izlenimleri anlattı. Konferans'a, Japonya Ankara Büyükelçisi Tanaka da katılmıştı, 27 öğretim üyesi, Konferans'ta tebliğlerini okudular. Profesör Selçuk Esenbel, Profesör Kadri Özçaldıran, Profesör Tadeshi Suzuki, Profesör Zafer Toprak, Konferans'ta yer aldılar, konuşmalar yaptılar.
Solmaz Ünaydın, Haziran'daki Konferans'da iyi gelmişti bana, öyle sanmışım!
2010 Japonya Yılı etkinlikleri nedeniyle yapılmıştı Konferans, Solmaz Ünaydın'ın da Konferans'a katılması büyük bir nezâket idi!
şimdi, birdenbire bir vefât haberi ile sarsıldım, vefât eden Solmaz Ünaydın'dı, yazık ki, Tevfik Ünaydın'a şimdi ulaşmam mümkün değil, haberi, Japonya'daki Kardeşim Çevirmen İnan Öner'den aldım.
Solmaz Ünaydın'ın cenâze törenleri, 29 Ağustos 2010'da, Ankara'da yapılacakmış.
Solmaz Ünaydın'ın eşi Büyükelçi Tevfik Ünaydın'a, değerli ailesine, dostlarına, meslektaşı diplomatlarımıza başsağlığı dilerim, 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nın katılımcılarına başsağlığı dilerim.
Tokyo Büyükelçisi Değerli Diplomat Sermet Atacanlı'ya, Dokuzuncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel'e, Onuncu Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer'e, Japonya'nın Ankara Büyükelçisi Tanaka'ya, Japonya Dışişleri Bakanlığı'na, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Profesör Selçuk Esenbel'e, Profesör Zafer Toprak'a, Profesör Tadeshi Suzuki'ye, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Profesör Kadri Özçaldıran'a başsağlığı dilerim.
Atatürk'den Ruşen Eşref Ünaydın'a, Tevfik Ünaydın'dan Solmaz Ünaydın'a, Ünaydın'ların Türkiye'ye, dünya'ya katkılarını hep hatırlayacağız!
SİNAN ÖNER
Wednesday, August 11, 2010
11 Yıl Sonra Yalova'da
Yalova'ya, 17 Ağustos 1999 Depremi'nin yıldönümlerinde mutlaka uğruyorum, geliyorum!
Yalova'da, deprem sırasında binlerce yurttaşımız vefât etmişti, depremde vefât etmiş yurttaşlarımızı saygı ile anıyorum, hemen her yıl, mutlaka Yalova'yı ziyâret ediyorum.
geçen yıl da, Kocaeli'nde, Kocaeli Üniversitesi'nde 10. Yılı'nda 1999 Depremi Sempozyumu'nda idim, bir çok ülkeden bilim adamları katılmışlardı sempozyum'a. Yalova'ya da uğramıştım, 17 Ağustos 2009 Gecesi de, Gölcük'teki törenlerde yer almıştık.
daha önceki yıllarda, Japon bilim adamları ile Yalova'yı ziyâret etmiştik.
şimdi, yine Yalova'dayım.
Yalova, depremin getirdiği tüm kayıplara rağmen, yaşamaya devâm ediyor, Yalova Halkı, Yalova Kenti'nin sürüp gitmesi için çalışıyor, çaba harcıyor, geçmişte olduğu gelecekte de, Yalova'nın Türkiye'ye, dünya'ya katkılarının sürmesi yönünde faâliyetlerini sürdürüyor.
Atatürk'ün çok sevdiği Yalova'da yıllarca yaşadım, bir Tarihçi olarak da, bir Şâir olarak da, Yalova'yı, Yalova'nın köylerini, kasabalarını sevdim, anladım.
Yalova Belediyesi'nin yeni faâliyetlerini görüyorum, geçenlerde Demokrat Parti Genel Başkanı Hüsâmettin Cindoruk, Yalova'yı ziyâret etmiş, Türkiye'nin Demokrat Partili tek Belediyesi, Yalova! Yalova'ya ilk geldiğimde, Yalova Belediyesi, Profesör Erdal İnönü'yü desteklemekteydi, Başkan, Sosyal Demokrat Halkçı Partili idi.
Yalova'nın demokrat kişiliği hiç değişmiyor, depremlerde bir çok değerli Yalovalı yurttaşımız vefât etti, ama, kalanların 11 Yıl sonra, hâlâ, demokrat, Atatürkçü değerleri izlemeleri, Yalova Halkı'nın tarihsel kişiliğini bize kanıtlıyor. Yalovalılar'ın Atatürk'e yönelmiş sempâtileri sürüyor, Yalovalı çocuklar, gençler, okumaya devâm ediyorlar Yalova'nın okullarında.
17 Ağustos 1999 Depremi'nin 11. Yılı'nda, Yalova'ya selâm, Yalova'ya saygı!
SİNAN ÖNER
Yalova'da, deprem sırasında binlerce yurttaşımız vefât etmişti, depremde vefât etmiş yurttaşlarımızı saygı ile anıyorum, hemen her yıl, mutlaka Yalova'yı ziyâret ediyorum.
geçen yıl da, Kocaeli'nde, Kocaeli Üniversitesi'nde 10. Yılı'nda 1999 Depremi Sempozyumu'nda idim, bir çok ülkeden bilim adamları katılmışlardı sempozyum'a. Yalova'ya da uğramıştım, 17 Ağustos 2009 Gecesi de, Gölcük'teki törenlerde yer almıştık.
daha önceki yıllarda, Japon bilim adamları ile Yalova'yı ziyâret etmiştik.
şimdi, yine Yalova'dayım.
Yalova, depremin getirdiği tüm kayıplara rağmen, yaşamaya devâm ediyor, Yalova Halkı, Yalova Kenti'nin sürüp gitmesi için çalışıyor, çaba harcıyor, geçmişte olduğu gelecekte de, Yalova'nın Türkiye'ye, dünya'ya katkılarının sürmesi yönünde faâliyetlerini sürdürüyor.
Atatürk'ün çok sevdiği Yalova'da yıllarca yaşadım, bir Tarihçi olarak da, bir Şâir olarak da, Yalova'yı, Yalova'nın köylerini, kasabalarını sevdim, anladım.
Yalova Belediyesi'nin yeni faâliyetlerini görüyorum, geçenlerde Demokrat Parti Genel Başkanı Hüsâmettin Cindoruk, Yalova'yı ziyâret etmiş, Türkiye'nin Demokrat Partili tek Belediyesi, Yalova! Yalova'ya ilk geldiğimde, Yalova Belediyesi, Profesör Erdal İnönü'yü desteklemekteydi, Başkan, Sosyal Demokrat Halkçı Partili idi.
Yalova'nın demokrat kişiliği hiç değişmiyor, depremlerde bir çok değerli Yalovalı yurttaşımız vefât etti, ama, kalanların 11 Yıl sonra, hâlâ, demokrat, Atatürkçü değerleri izlemeleri, Yalova Halkı'nın tarihsel kişiliğini bize kanıtlıyor. Yalovalılar'ın Atatürk'e yönelmiş sempâtileri sürüyor, Yalovalı çocuklar, gençler, okumaya devâm ediyorlar Yalova'nın okullarında.
17 Ağustos 1999 Depremi'nin 11. Yılı'nda, Yalova'ya selâm, Yalova'ya saygı!
SİNAN ÖNER
Thursday, August 5, 2010
65 Yıl Sonra, Hiroşima!
65 yıl önce, Japonya'nın Hiroşima ve Nagasaki kentlerine, İkinci Dünya Savaşı'nın sona erdiği sırada, Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri'nce atom bombası atılmış, yüzbinlerce Japon yurttaşı ölmüş, yaralanmıştı. Tokyo'da Japonya'nın teslimiyet ilânı yapması, atom bombalarının atılmasına engel olamamıştı.
Hiroşima, Japonya'nın güneyinde bir kent. bugün, hâlâ, Hiroşimalı Japonlar, anma törenleri yapıyorlar, atom bombası kurbanlarının anısına inşâ edilmiş anıtları ziyâret ediyorlar, her yıl Ağustos ayında, İkinci Dünya Savaşı'nda ölmüş Japon yurttaşlarını anıyorlar.
ben Japonya'ya hiç gitmedim!
ama, Kardeşim İnan Öner, 15 yıldır Japonya'da yaşıyor, Tokyo Üniversitesi'nde Japon Edebiyatı alanında akademik faâliyetler yaptığı gibi, Japonya'daki deprem uzmanları ile, afet örgütlenmeleri ile, Japon Sanatı'nı temsil eden ressâmlar ya da heykelciler ile, Şâirler ile, yayıncılar ile kültürel ya da bilimsel faâliyetlere katılıyor. 1999 Depremi'nin ardından, Türkiye'ye gelen Japon bilim adamları ile, Japon sanatçılar ile, Kardeşim İnan Öner de geldi, çevirmenlikler yaptı, bir anlamda, 15 yıldır, Türkiye ile Japonya arasındaki iyi ilişkilere katkılar yaptı, genç bir akademisyen, genç bir Japonca uzmanı olarak.
Japonya'dan bir çok konuğum gelmişti, geçmiş yıllarda!
Japon öğretmenler, müzisyenler, ressâmlar, bilim adamları, iş adamları, geldiler, bir çok faâliyetlerde biraraya geldik. 2010 Japonya Yılı nedeniyle de, Japon konuklarımız Türkiye'ye geliyorlar. 2010 Japonya Yılı Açılış Törenleri sırasında Ankara'da idim, Anıtkabir'de, Japonya Dışişleri Bakanı Okada'nın katıldığı törenleri de izlemiştim. sonra, Ankara Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi'ndeki Japonya Sergisi'ni izledim; Haziran 2010'da, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Salonu'nda, üç gün sürmüş 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nı izledim, 2010'da daha başka bir çok Japonya Yılı faâliyeti var.
Kardeşim İnan Öner, Japonya'daki 15 yılında, Hiroşima'ya da ziyâretler yaptı. bana, Hiroşima ziyâretleri sırasındaki izlenimlerini anlattı. Hiroşima Halkı'nın büyüklüğünden, saygın kişiliğinden bahsetti.
Japonya'ya gidemedim ama, bana hem Japonya'dan konuklarım geldiler, hem de Kardeşim İnan Öner'in Japonya'da iyi yaşaması için çabaladım. Türkiye'den çok uzak bir ülke'de, üstelik, büyük bir atom felâketinin tarihsel ızdırapları içinde yaşamak kolay değildir elbette!
Japonya Tarihi de okumuştum, daha önce yazdım, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nde, Profesör Selçuk Esenbel'in Japonya Tarihi Dersleri'ni bir yıl süre ile aldım, bu sürede, Japonya ile ilgili seminerler, konferanslar da izledim. Japonya'nın bir çok açıdan şanssız bir ülke olduğunu sanıyorum, Asya'nın ötelerinde, Japonya Halkı, yüzyıllarca ne dramlar yaşadılar!
Japonya, 65 Yıl sonra, yine anma törenleri yapıyor, Hiroşima'yı, Nagasaki'yi hatırlıyor.
İkinci Dünya Savaşı'nın nedenlerini üretenler arasında Japonya Devleti de vardır kuşkusuz, ama, sonunda, büyük bir tarihsel yıkılış, büyük bir tarihsel felâket yaşayan, yine Japonya idi.
Fransız Yönetmen Alain Resnais'in "Hiroşima, Sevgilim" filmi, Marguerite Duras'ın romanı'ndan uyarlama idi, bir Fransız'ın Hiroşima'da yaşanan felâketlerden bir roman üretmesi, sonra da bu roman'ın filmleştirilmesi, Avrupa'da, Japonya'ya yönelik hassasiyetleri uyandırmıştı.
bizde, Türkiye'de, Yazar Oktay Akbal, "Hiroşima'lar Olmasın!" diye bir kitap yazmıştı. Şâir Nâzım Hikmet Ran da, "Kız Çocuğu" şiirinde, Hiroşima'da ölmüş bir Japon kız çocuğuna ağıt yazmıştı. Nâzım Hikmet Ran, Sovyetler Birliği'nde yaşadığı sürede, nükleer silâhlanma'ya yönelik eleştirilerini ya da kaygılarını sürdürmüş bir Şâir'di. Ruhi Su da, "Kız Çocuğu" şiirini besteledi, şarkılaştırdı, daha sonra Zülfü Livaneli de, "Kız Çocuğu" şiirini besteleyip şarkılaştırdı, Hiroşima'ya yönelik hassasiyet, bir çok Türkiyeli yazar, Şâir açısından doğaldı.
Amerika Birleşik Devletleri'nin, İkinci Dünya Savaşı sona ererken, Japonya'ya neden atom bombası attığını sormak da doğaldır! tarihçiler, siyasî bilimciler, askerlik bilimi'nda uzmanlaşanlar, hâlâ bu soruyu soruyorlar, sorarlar. bu alanda kitaplar yazmak, konferanslar hazırlamak da bir insanî bir ödevdir kuşkusuz.
ben, bir insan olarak, Japonya'ya ödevlerimi yaptığımı sanıyorum! tarihsel ızdırapların kuşattığı Japon yurttaşlarını çoğu kez yalnız bırakmadım, çocukluğumdan beri Japonya'yı, Japon Halkı'nı merak ederim, Japonya'nın Türkiye ile tarihsel alışverişlerini de biliyorum.
demek ki, bana göre, Hiroşima'da patlayan atom bombası ile, dünya'daki bir çok insan, Japonya'ya yönelik bir özel bir ödev sorumluluğu almak zorunda kalmışlardır. ben, Japonya Devleti'nin İkinci Dünya Savaşı öncesinde yürüttüğü politikaları kabûllenmeyen bir Tarihçi olarak, Japon Halkı'na bağlanmış bir insanım. tarih'te, özeleştiri, bir vak'adır. halklar da, milletler de özeleştiri yaparlar! Friedrich Engels'in yazdığı gibi, işçi sınıfı da, burjuva sınıfı da özeleştiri yapar, tarih'in ilerleyişi ya da tarihsel kusurların aşılması, ancak özeleştiri ile mümkündür.
Hiroşima'nın, Nagasaki'nin yaşadığı atom bombası felâketinin 65. Yılı'nda, Japon Halkı'nı saygı ile selâmlarım.
SİNAN ÖNER
Hiroşima, Japonya'nın güneyinde bir kent. bugün, hâlâ, Hiroşimalı Japonlar, anma törenleri yapıyorlar, atom bombası kurbanlarının anısına inşâ edilmiş anıtları ziyâret ediyorlar, her yıl Ağustos ayında, İkinci Dünya Savaşı'nda ölmüş Japon yurttaşlarını anıyorlar.
ben Japonya'ya hiç gitmedim!
ama, Kardeşim İnan Öner, 15 yıldır Japonya'da yaşıyor, Tokyo Üniversitesi'nde Japon Edebiyatı alanında akademik faâliyetler yaptığı gibi, Japonya'daki deprem uzmanları ile, afet örgütlenmeleri ile, Japon Sanatı'nı temsil eden ressâmlar ya da heykelciler ile, Şâirler ile, yayıncılar ile kültürel ya da bilimsel faâliyetlere katılıyor. 1999 Depremi'nin ardından, Türkiye'ye gelen Japon bilim adamları ile, Japon sanatçılar ile, Kardeşim İnan Öner de geldi, çevirmenlikler yaptı, bir anlamda, 15 yıldır, Türkiye ile Japonya arasındaki iyi ilişkilere katkılar yaptı, genç bir akademisyen, genç bir Japonca uzmanı olarak.
Japonya'dan bir çok konuğum gelmişti, geçmiş yıllarda!
Japon öğretmenler, müzisyenler, ressâmlar, bilim adamları, iş adamları, geldiler, bir çok faâliyetlerde biraraya geldik. 2010 Japonya Yılı nedeniyle de, Japon konuklarımız Türkiye'ye geliyorlar. 2010 Japonya Yılı Açılış Törenleri sırasında Ankara'da idim, Anıtkabir'de, Japonya Dışişleri Bakanı Okada'nın katıldığı törenleri de izlemiştim. sonra, Ankara Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi'ndeki Japonya Sergisi'ni izledim; Haziran 2010'da, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Salonu'nda, üç gün sürmüş 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nı izledim, 2010'da daha başka bir çok Japonya Yılı faâliyeti var.
Kardeşim İnan Öner, Japonya'daki 15 yılında, Hiroşima'ya da ziyâretler yaptı. bana, Hiroşima ziyâretleri sırasındaki izlenimlerini anlattı. Hiroşima Halkı'nın büyüklüğünden, saygın kişiliğinden bahsetti.
Japonya'ya gidemedim ama, bana hem Japonya'dan konuklarım geldiler, hem de Kardeşim İnan Öner'in Japonya'da iyi yaşaması için çabaladım. Türkiye'den çok uzak bir ülke'de, üstelik, büyük bir atom felâketinin tarihsel ızdırapları içinde yaşamak kolay değildir elbette!
Japonya Tarihi de okumuştum, daha önce yazdım, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü'nde, Profesör Selçuk Esenbel'in Japonya Tarihi Dersleri'ni bir yıl süre ile aldım, bu sürede, Japonya ile ilgili seminerler, konferanslar da izledim. Japonya'nın bir çok açıdan şanssız bir ülke olduğunu sanıyorum, Asya'nın ötelerinde, Japonya Halkı, yüzyıllarca ne dramlar yaşadılar!
Japonya, 65 Yıl sonra, yine anma törenleri yapıyor, Hiroşima'yı, Nagasaki'yi hatırlıyor.
İkinci Dünya Savaşı'nın nedenlerini üretenler arasında Japonya Devleti de vardır kuşkusuz, ama, sonunda, büyük bir tarihsel yıkılış, büyük bir tarihsel felâket yaşayan, yine Japonya idi.
Fransız Yönetmen Alain Resnais'in "Hiroşima, Sevgilim" filmi, Marguerite Duras'ın romanı'ndan uyarlama idi, bir Fransız'ın Hiroşima'da yaşanan felâketlerden bir roman üretmesi, sonra da bu roman'ın filmleştirilmesi, Avrupa'da, Japonya'ya yönelik hassasiyetleri uyandırmıştı.
bizde, Türkiye'de, Yazar Oktay Akbal, "Hiroşima'lar Olmasın!" diye bir kitap yazmıştı. Şâir Nâzım Hikmet Ran da, "Kız Çocuğu" şiirinde, Hiroşima'da ölmüş bir Japon kız çocuğuna ağıt yazmıştı. Nâzım Hikmet Ran, Sovyetler Birliği'nde yaşadığı sürede, nükleer silâhlanma'ya yönelik eleştirilerini ya da kaygılarını sürdürmüş bir Şâir'di. Ruhi Su da, "Kız Çocuğu" şiirini besteledi, şarkılaştırdı, daha sonra Zülfü Livaneli de, "Kız Çocuğu" şiirini besteleyip şarkılaştırdı, Hiroşima'ya yönelik hassasiyet, bir çok Türkiyeli yazar, Şâir açısından doğaldı.
Amerika Birleşik Devletleri'nin, İkinci Dünya Savaşı sona ererken, Japonya'ya neden atom bombası attığını sormak da doğaldır! tarihçiler, siyasî bilimciler, askerlik bilimi'nda uzmanlaşanlar, hâlâ bu soruyu soruyorlar, sorarlar. bu alanda kitaplar yazmak, konferanslar hazırlamak da bir insanî bir ödevdir kuşkusuz.
ben, bir insan olarak, Japonya'ya ödevlerimi yaptığımı sanıyorum! tarihsel ızdırapların kuşattığı Japon yurttaşlarını çoğu kez yalnız bırakmadım, çocukluğumdan beri Japonya'yı, Japon Halkı'nı merak ederim, Japonya'nın Türkiye ile tarihsel alışverişlerini de biliyorum.
demek ki, bana göre, Hiroşima'da patlayan atom bombası ile, dünya'daki bir çok insan, Japonya'ya yönelik bir özel bir ödev sorumluluğu almak zorunda kalmışlardır. ben, Japonya Devleti'nin İkinci Dünya Savaşı öncesinde yürüttüğü politikaları kabûllenmeyen bir Tarihçi olarak, Japon Halkı'na bağlanmış bir insanım. tarih'te, özeleştiri, bir vak'adır. halklar da, milletler de özeleştiri yaparlar! Friedrich Engels'in yazdığı gibi, işçi sınıfı da, burjuva sınıfı da özeleştiri yapar, tarih'in ilerleyişi ya da tarihsel kusurların aşılması, ancak özeleştiri ile mümkündür.
Hiroşima'nın, Nagasaki'nin yaşadığı atom bombası felâketinin 65. Yılı'nda, Japon Halkı'nı saygı ile selâmlarım.
SİNAN ÖNER
Thursday, July 15, 2010
Fransız Devrimi'ni Kutlarken!
14 Temmuz, Fransız Devrimi'nin Yıldönümü, Fransa'nın Ulusal Bayramı!
1789 Fransız Devrimi, tüm dünya'ya liderlik yapmış bir Devrim'dir, dünya, 1789 Fransız Devrimi ile büyük siyasî, sosyal, ekonomik, kültürel devrimler yaşadı, Fransa'da Cumhuriyet ilân edilirken, 19. Yüzyıl'daki devrimlerin, 20. Yüzyıl'daki devrimlerin temelleri atıldı. Türkiye'de, 1923'de, Fransız Devrimi gibi bir devrim yaşamıştı, Atatürk, Cumhuriyet'i ilân ederken Fransız Devrimi'nin derslerini Türkiye Halkı'na anlatmıştı.
1789 Fransız Devrimi Tarihi ile ilgili Türkçe'de bir çok kitap yayınlandı, daha Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı sırasında Fransız Devrimi Tarihi kitapları yayınlamak yaygın bir yayın politikası idi, sonra da, Türkçe, Fransız Devrimi Tarihi ile ilgili kitaplar yayınlanan başlıca dillerden biri idi.
Profesör Murat Sarıca'nın "100 Soru'da Fransız İhtilâli Tarihi", Profesör Server Tanilli'nin "Dünya'yı Değiştiren 10 Yıl", "Fransız Devrimi'nden Portreler", Atatürk'ün Doktor Sadi Borak'ın yayınladığı "Fransız İhtilâli Konferansı", Fransız Devrimi ile ilgili yararlı bilgiler getirmektedir.
1789 Fransız Devrimi ile ilgili, Victor Hugo'nun "1793 Devrimi" romanı, Türkçe'de yayınlanmış iyi kitaplardan biridir. İngiliz Tarihçi Eric Hobsbawm'ın "Devrim Çağı, 1789-1848" kitabı da, 1789 Fransız Devrimi Tarihi ile ilgili Türkçe'de yayınlanmış yararlı kitaplardan biridir.
1789 Fransız Devrimi Tarihi ile ilgili sinema filmleri, tiyatro oyunları da Türkiye'de gösterildi, sahnelendi.
Andrej Wajda'nın "Danton" filmi, Türkiye'de gösterilmiş bir Polonya filmidir, 1789 Fransız Devrimi liderlerinden Danton'un hayatını anlatan bir filmdir.
14 Temmuz Fransız Ulusal Bayramı'nı kutlarım.
SİNAN ÖNER
1789 Fransız Devrimi, tüm dünya'ya liderlik yapmış bir Devrim'dir, dünya, 1789 Fransız Devrimi ile büyük siyasî, sosyal, ekonomik, kültürel devrimler yaşadı, Fransa'da Cumhuriyet ilân edilirken, 19. Yüzyıl'daki devrimlerin, 20. Yüzyıl'daki devrimlerin temelleri atıldı. Türkiye'de, 1923'de, Fransız Devrimi gibi bir devrim yaşamıştı, Atatürk, Cumhuriyet'i ilân ederken Fransız Devrimi'nin derslerini Türkiye Halkı'na anlatmıştı.
1789 Fransız Devrimi Tarihi ile ilgili Türkçe'de bir çok kitap yayınlandı, daha Atatürk'ün Cumhurbaşkanlığı sırasında Fransız Devrimi Tarihi kitapları yayınlamak yaygın bir yayın politikası idi, sonra da, Türkçe, Fransız Devrimi Tarihi ile ilgili kitaplar yayınlanan başlıca dillerden biri idi.
Profesör Murat Sarıca'nın "100 Soru'da Fransız İhtilâli Tarihi", Profesör Server Tanilli'nin "Dünya'yı Değiştiren 10 Yıl", "Fransız Devrimi'nden Portreler", Atatürk'ün Doktor Sadi Borak'ın yayınladığı "Fransız İhtilâli Konferansı", Fransız Devrimi ile ilgili yararlı bilgiler getirmektedir.
1789 Fransız Devrimi ile ilgili, Victor Hugo'nun "1793 Devrimi" romanı, Türkçe'de yayınlanmış iyi kitaplardan biridir. İngiliz Tarihçi Eric Hobsbawm'ın "Devrim Çağı, 1789-1848" kitabı da, 1789 Fransız Devrimi Tarihi ile ilgili Türkçe'de yayınlanmış yararlı kitaplardan biridir.
1789 Fransız Devrimi Tarihi ile ilgili sinema filmleri, tiyatro oyunları da Türkiye'de gösterildi, sahnelendi.
Andrej Wajda'nın "Danton" filmi, Türkiye'de gösterilmiş bir Polonya filmidir, 1789 Fransız Devrimi liderlerinden Danton'un hayatını anlatan bir filmdir.
14 Temmuz Fransız Ulusal Bayramı'nı kutlarım.
SİNAN ÖNER
Sunday, June 6, 2010
1. Japonya Çalışmaları Konferansı
2010 Japonya Yılı nedeniyle, Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Salonu'nda, 1. Japonya Çalışmaları Konferansı toplandı, Konferans'daki üçüncü gün oturumları bugün de sürüyor. 4 Haziran 2010 Cuma, Konferans'daki ilk gün oturumlarında, Japonya Büyükelçisi Tanaka, Japonya Başkonsolosu Hayashi, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Profesör Kadri Özçaldıran, Japonya Araştırmaları Derneği Başkanı Profesör Tarihçi Selçuk Esenbel, Japonya Eski Büyükelçisi Solmaz Ünaydın açılış konuşmaları yaptılar. daha sonra da, ilk oturumlar yapıldı.
Türkiye'deki Japonya Çalışmaları'nın bir "envanter"i hazırlanmış oldu, 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nda, ekonomi, kültür, siyaset, askerî konular, edebî incelemeler, Türkiye ile Japonya arasındaki ilişkilerin tarihi açısından ele alındı, incelendi.
5 Haziran 2010'daki ikinci gün oturumlarında, Profesör Zafer Toprak, Doçent Ayşe Nur Tekmen, Doçent Oğuz Baykara, öteki tebliğ sahipleri yer aldılar.
Japonya Tarihi'nin farklı özellikleri, Konferans'ta incelendi.
Meiji Reformları, Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı'ndaki durumu, Japonya'daki Batılılaşma Hareketleri, Japonya'nın eğitim alanındaki reformları, Japon siyasî rejimi'nin çeşitli açılardan nitelikleri, 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nda incelendi, tebliğ sahiplerinin hazırladıkları tebliğler ile sorular, soruların yanıtları, bu konulardaki bilgi edinimi sorunlarının aşılmasına yardımcı oldu.
1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nda, Japonya ile ilgili Türkçe'de yayınlanmış kitaplar da sergilendi.
1. Japonya Çalışmaları Konferansı, Boğaziçi Üniversitesi'nin, Ankara Üniversitesi'nin Japonya ile ilgili akademik faâliyetlerinin de bir anlatımı oldu.
Japonya Araştırmaları Derneği de, 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nda "Onur Ödülleri" dağıttı.
Enka Başkanı Şarık Tara, "Japon Kültürü" yazarı Profesör Bozkurt Güvenç, Japonca uzmanı öğretim üyesi Mariko Erdoğan, Japonya Eski Büyükelçisi Solmaz Ünaydın, Japonya Araştırmaları Derneği'nce "Onur Ödülü"ne lâyık görüldüler, ödüller, 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nın açılışı sırasında dağıtıldı.
Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Konferans Salonu da, bir kez daha tarihsel bir toplantı'ya dekor oldu. 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nda, 25 kadar tebliğci akademisyen yer aldı.
1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nı kutlarım.
SİNAN ÖNER
Türkiye'deki Japonya Çalışmaları'nın bir "envanter"i hazırlanmış oldu, 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nda, ekonomi, kültür, siyaset, askerî konular, edebî incelemeler, Türkiye ile Japonya arasındaki ilişkilerin tarihi açısından ele alındı, incelendi.
5 Haziran 2010'daki ikinci gün oturumlarında, Profesör Zafer Toprak, Doçent Ayşe Nur Tekmen, Doçent Oğuz Baykara, öteki tebliğ sahipleri yer aldılar.
Japonya Tarihi'nin farklı özellikleri, Konferans'ta incelendi.
Meiji Reformları, Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı'ndaki durumu, Japonya'daki Batılılaşma Hareketleri, Japonya'nın eğitim alanındaki reformları, Japon siyasî rejimi'nin çeşitli açılardan nitelikleri, 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nda incelendi, tebliğ sahiplerinin hazırladıkları tebliğler ile sorular, soruların yanıtları, bu konulardaki bilgi edinimi sorunlarının aşılmasına yardımcı oldu.
1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nda, Japonya ile ilgili Türkçe'de yayınlanmış kitaplar da sergilendi.
1. Japonya Çalışmaları Konferansı, Boğaziçi Üniversitesi'nin, Ankara Üniversitesi'nin Japonya ile ilgili akademik faâliyetlerinin de bir anlatımı oldu.
Japonya Araştırmaları Derneği de, 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nda "Onur Ödülleri" dağıttı.
Enka Başkanı Şarık Tara, "Japon Kültürü" yazarı Profesör Bozkurt Güvenç, Japonca uzmanı öğretim üyesi Mariko Erdoğan, Japonya Eski Büyükelçisi Solmaz Ünaydın, Japonya Araştırmaları Derneği'nce "Onur Ödülü"ne lâyık görüldüler, ödüller, 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nın açılışı sırasında dağıtıldı.
Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Konferans Salonu da, bir kez daha tarihsel bir toplantı'ya dekor oldu. 1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nda, 25 kadar tebliğci akademisyen yer aldı.
1. Japonya Çalışmaları Konferansı'nı kutlarım.
SİNAN ÖNER
Saturday, April 24, 2010
23 Nisan Çocuk Bayramı!
23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi, Ankara'da ilân edildi, Meclis Başkanlığı'na Mustafa Kemal Paşa seçildi, Meclis, Millî Kurtuluş Savaşı'a liderlik yaptı, bir Meclis Hükümeti ilân edildi.
Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, Mustafa Kemal Paşa tarafından ilân edildi.
daha sonra, 23 Nisan Tarihi, 23 Nisan Çocuk Bayramı olarak kabûl edildi.
aynı zamanda, 23 Nisan, "Millî Hâkimiyet Bayramı"dır, "Hâkimiyet, Kayıtsız Şartsız Millet'indir" diyen Atatürk'ün "Cumhuriyetçilik", "Milliyetçilik", "Halkçılık" gibi ilkelerinin kutlandığı bir bayram'dır.
23 Nisan Çocuk Bayramı, tüm Türkiye'de kutlandığı gibi, farklı ülkelerde kutlanıyor, Atatürk Devrimleri'nin çocuklara lâyık bir ülke yarattığı hatırlanıyor.
bugünkü çocuklar da, Atatürk'ün, büyükbabalarının, büyükannelerinin kutladığı 23 Nisan'ı kutlarken, yeni düşünceler, yeni hisler yaşıyorlar.
23 Nisan Çocuk Bayramı'nı kutlarım.
Nâzım Hikmet Ran'ın yazdığı gibi, "dünya'yı verelim çocuklara!", "çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler".
SİNAN ÖNER
Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923'de, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, Mustafa Kemal Paşa tarafından ilân edildi.
daha sonra, 23 Nisan Tarihi, 23 Nisan Çocuk Bayramı olarak kabûl edildi.
aynı zamanda, 23 Nisan, "Millî Hâkimiyet Bayramı"dır, "Hâkimiyet, Kayıtsız Şartsız Millet'indir" diyen Atatürk'ün "Cumhuriyetçilik", "Milliyetçilik", "Halkçılık" gibi ilkelerinin kutlandığı bir bayram'dır.
23 Nisan Çocuk Bayramı, tüm Türkiye'de kutlandığı gibi, farklı ülkelerde kutlanıyor, Atatürk Devrimleri'nin çocuklara lâyık bir ülke yarattığı hatırlanıyor.
bugünkü çocuklar da, Atatürk'ün, büyükbabalarının, büyükannelerinin kutladığı 23 Nisan'ı kutlarken, yeni düşünceler, yeni hisler yaşıyorlar.
23 Nisan Çocuk Bayramı'nı kutlarım.
Nâzım Hikmet Ran'ın yazdığı gibi, "dünya'yı verelim çocuklara!", "çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler".
SİNAN ÖNER
Wednesday, April 21, 2010
Anıtkabir Defteri'nde Tarih'i Yeniden Keşfetmek
Anıtkabir'e son yıllarda daha çok gidiyorum, ziyâretlerimde Anıtkabir Müzesi'ni de geziyorum, İsmet İnönü'nün, Atatürk'ün hatıralarını yeniden öğreniyorum, izliyorum, fark ediyorum.
Anıtkabir'in Türk Silâhlı Kuvvetleri'nin resmî internet web sayfalarındaki yeri de az değil, her gün Anıtkabir'e gelen ziyâretçilerin sayısı da, http://www.tsk.tr/ adresinde ilân ediliyor.Anıtkabir, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar tarafından açılmıştı, Atatürk, Etnoğrafya Müzesi'nden Anıtkabir'e, törenlerle taşınmıştı.
Anıtkabir'deki tarihsel kayıtlar arasında, akrabalarımıza da rastlıyorum!
Anıtkabir Müzesi'nde, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri arasında, Çankırı Mebûsu Hacı Tevfik Durlanık Bey de var, Hacı Tevfik Durlanık, teyzem Nezahat Sandal'ın Damadı Cumhuriyet Savcısı Ünsal Durlanık'ın Dedesi'dir, Anıtkabir Ziyâretlerimde, Hacı Tevfik Durlanık'ı da ziyâret etmiş oluyorum. Anıtkabir Müzesi'nde, başka akrabalara da rastlıyorum ki, zaten, Dedem Abdülkadir Öner'in ailesi de Malatyalı'dır, İsmet İnönü gibi. ailemizde, Selânik göçmenleri de var, Atatürk gibi, akrabalıklarımızı saptadıklarımız var, saptamadıklarımız var.
Anıtkabir'i ziyâret eden yurttaşlarımızın sayısı hiç de az değil!
Türk Silâhlı Kuvvetleri'ni, Genelkurmay Başkanlığı'nı, Anıtkabir Komutanlığı'nı kutlarım, Anıtkabir'e yaptıkları hizmetlerin anlamları tarih geçtikçe daha iyi kavranacak!
Anıtkabir'le ilgili bir konu'yu daha yazmak istiyorum.
Kırgızistan'da, Frunze'de, Manas Üniversitesi'nde kaldığım süre içinde -Manas Üniversitesi Fahri Rektörü Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'dir!-, Manas Üniversitesi Kütüphanesi'nde binlerce sayfa kitap okumuştum. Anıtkabir Defteri, okuduğum kitaplar arasında çok farklı bir anlama sahip, 16 Ciltlik Anıtkabir Defteri'nde, Anıtkabir'in kuruluşundan itibâren ziyâretçilerin, başka devletlerin yöneticilerinin, sosyal kurumların yöneticilerinin, devlet adamlarının kayıtları yer alıyor, Anıtkabir Şeref Defteri'nin, bir Tarihçi açısından çok kıymetli sayfaları, Anıtkabir Defteri'nde yayınlanmış.
Anıtkabir Defteri'nin 16 Cildi'ni de inceledim.
Türkiye'ye yeniden geldiğimde, Anıtkabir Ziyâretlerim çoğaldı, Ankara'ya her ziyâretimde Anıtkabir'e gittim, Anıtkabir Defteri kitabındaki belgeleri hatırladım, yeni bilgiler de öğrendim.
Anıtkabir'i, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar'ın açtığı yıl'dan bugüne, koruyan, savunan, temizleyen, saygın bir Mozole olarak tüm dünya'nın ziyâretleri'ne açık tutan devlet adamlarımızı, Genelkurmay Başkanlığı'nın kıymetli subaylarını, General'lerini, erlerini, Anıtkabir'i ziyâret eden başka devletlerin kıymetli yöneticilerini saygı ile anıyorum.
Anıtkabir'in, Atatürk'ün, İsmet İnönü'nün "sonsuz uyku"yu uyudukları bir yer olduğu gibi, tarihimizin korunduğu, saklandığı, kayıtlandığı bir Müze olması, Türkiye Cumhuriyeti'nin, Türkiye Halkı'nın özsaygısı açısından da gerçek bir kanıttır.
SİNAN ÖNER
Monday, March 29, 2010
Alman Tarihi Notları (4)
Alman Tarihi, 1848'deki İşçi Devrimleri ile, yeni bir çağ yaşıyor idi.
"kapitalist bir Almanya", Prusya Devleti'nin sınırları içinde doğmuş idi, "kolonicilik" hareketleri ile de, Alman Kapitalizmi, dünya coğrafyası'na yayılmıştı, yayılıyor idi.
bu sırada, Karl Marx'ın, Friedrich Engels'in, August Bebel'in liderlik yaptıkları Alman Sosyal Demokrat İşçi Hareketi, 1848 İşçi Devrimleri'nin getirdiği yeni koşulları inceledi, kavradı, yeniliklerden dersler aldı.
1. İşçi Enternasyonali Derneği, Karl Marx'ın Başkanlığı'nda, Alman İşçileri'nin liderliğinde teşkilâtlanmıştı.
Almanya, geç kalmış bir Sanayileşme ile, hâlâ Köy Kapitalizmi yaşayan bir Halk ile, Prusya Devleti'nin yıkılışını önleyemedi. yeni Alman Devleti'nin teşkilâtlanması da, uzun bir süre'de mümkün olmuştur.
1923 ile 1945 arasında Nazizm Felâketi, Alman Halkı'nın yaşadığı korkunç bir dram idi. ama, Alman Halkı'nın yaşadıklarını, dünya halkları da yaşamak zorunda kalmıştı. Alman Kapitalizmi'nin yaşadığı büyük krizleri, dünya kapitalizmi de yaşamıştı, öteki kapitalist devletler de. Sovyet Lider Vladimir Lenin'in yazdığı gibi, "emperyalist kapitalizm", "saldırgan"dı, "çürümüş" idi, "şiddet"e koşullanmış idi, Atatürk'ün yazdığı gibi "dünya halkları'nı mahvetmek" gibi korkunç bir niteliğe koşullanmış idi.
Alman Halkı'nın 2. Dünya Savaşı'nın ardından yeni Alman Toplumu'nu, yeni Alman Devleti'ni, Federal Almanya ile Demokratik Almanya'yı yaratması ile, dünya halkları da büyük bir kriz'den kurtulduğu gibi, Birleşmiş Milletler'de siyasî bir uzlaşma'yı gerçekleştirdi.
SİNAN ÖNER
"kapitalist bir Almanya", Prusya Devleti'nin sınırları içinde doğmuş idi, "kolonicilik" hareketleri ile de, Alman Kapitalizmi, dünya coğrafyası'na yayılmıştı, yayılıyor idi.
bu sırada, Karl Marx'ın, Friedrich Engels'in, August Bebel'in liderlik yaptıkları Alman Sosyal Demokrat İşçi Hareketi, 1848 İşçi Devrimleri'nin getirdiği yeni koşulları inceledi, kavradı, yeniliklerden dersler aldı.
1. İşçi Enternasyonali Derneği, Karl Marx'ın Başkanlığı'nda, Alman İşçileri'nin liderliğinde teşkilâtlanmıştı.
Almanya, geç kalmış bir Sanayileşme ile, hâlâ Köy Kapitalizmi yaşayan bir Halk ile, Prusya Devleti'nin yıkılışını önleyemedi. yeni Alman Devleti'nin teşkilâtlanması da, uzun bir süre'de mümkün olmuştur.
1923 ile 1945 arasında Nazizm Felâketi, Alman Halkı'nın yaşadığı korkunç bir dram idi. ama, Alman Halkı'nın yaşadıklarını, dünya halkları da yaşamak zorunda kalmıştı. Alman Kapitalizmi'nin yaşadığı büyük krizleri, dünya kapitalizmi de yaşamıştı, öteki kapitalist devletler de. Sovyet Lider Vladimir Lenin'in yazdığı gibi, "emperyalist kapitalizm", "saldırgan"dı, "çürümüş" idi, "şiddet"e koşullanmış idi, Atatürk'ün yazdığı gibi "dünya halkları'nı mahvetmek" gibi korkunç bir niteliğe koşullanmış idi.
Alman Halkı'nın 2. Dünya Savaşı'nın ardından yeni Alman Toplumu'nu, yeni Alman Devleti'ni, Federal Almanya ile Demokratik Almanya'yı yaratması ile, dünya halkları da büyük bir kriz'den kurtulduğu gibi, Birleşmiş Milletler'de siyasî bir uzlaşma'yı gerçekleştirdi.
SİNAN ÖNER
Alman Tarihi Notları (3)
Alman Tarihi, bir açıdan da, Alman Köylüleri'nin Tarihi'dir.
Alman Köylüleri, yüzyıllarca, "Germen Köleciliği" ile, daha sonra da, "Germen Feodalizmi" ile koşullandı, ancak 19. Yüzyıl'daki "kolonicilik" hareketleri ile "kapitalist bir Almanya"nın doğması ile "Germen Feodalizm"inin güç koşullarından uzaklaştı.
ama, Alman Köylüleri, hiç bir zaman, "Germen Feodalizmi"ne tümüyle teslim olmadılar. yüzyıllarca, Alman Köylüleri ile Alman Prensleri arasında, Alman Köylüleri ile Alman Toprak Sahipleri arasında, Alman Köylüleri ile Alman Kilisesi arasında sorunlar yaşandı, çatışmalar, siyasî, ekonomik, askerî kavgalar yaşandı.
gerçek anlamda bir "Alman Uzlaşması", Alman Köylüleri açısından, ancak, 20. Yüzyıl'da, 2. Dünya Savaşı'nın ardından, Alman Hristiyan Demokratları, Alman Sosyal Demokratları, Alman Komünistleri arasında gerçekleşmiş idi, hâlâ da, Alman Köylüleri, 2. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşmiş "Alman Uzlaşması"nı koruyorlar, savunuyorlar, yenileme yönünde liderlik yapıyorlar.
Alman Köylüleri'nin Tarihi, Hegel'in, Karl Marx'ın, Friedrich Engels'in, August Bebel'in, Bertolt Brecht'in, Thomas Mann'ın, Ernst Bloch'un yazdıklarında okuduğumuz özellikleri ile de ilginç bir Tarih.
SİNAN ÖNER
Alman Köylüleri, yüzyıllarca, "Germen Köleciliği" ile, daha sonra da, "Germen Feodalizmi" ile koşullandı, ancak 19. Yüzyıl'daki "kolonicilik" hareketleri ile "kapitalist bir Almanya"nın doğması ile "Germen Feodalizm"inin güç koşullarından uzaklaştı.
ama, Alman Köylüleri, hiç bir zaman, "Germen Feodalizmi"ne tümüyle teslim olmadılar. yüzyıllarca, Alman Köylüleri ile Alman Prensleri arasında, Alman Köylüleri ile Alman Toprak Sahipleri arasında, Alman Köylüleri ile Alman Kilisesi arasında sorunlar yaşandı, çatışmalar, siyasî, ekonomik, askerî kavgalar yaşandı.
gerçek anlamda bir "Alman Uzlaşması", Alman Köylüleri açısından, ancak, 20. Yüzyıl'da, 2. Dünya Savaşı'nın ardından, Alman Hristiyan Demokratları, Alman Sosyal Demokratları, Alman Komünistleri arasında gerçekleşmiş idi, hâlâ da, Alman Köylüleri, 2. Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşmiş "Alman Uzlaşması"nı koruyorlar, savunuyorlar, yenileme yönünde liderlik yapıyorlar.
Alman Köylüleri'nin Tarihi, Hegel'in, Karl Marx'ın, Friedrich Engels'in, August Bebel'in, Bertolt Brecht'in, Thomas Mann'ın, Ernst Bloch'un yazdıklarında okuduğumuz özellikleri ile de ilginç bir Tarih.
SİNAN ÖNER
Alman Tarihi Notları (2)
Alman Hristiyanlığı, tarihsel özellikleri ile Hristiyanlığın Genel Tarihi'nde çeşitli devrimler yapmış bir Hristiyanlık.
15., 16. Yüzyıl'larda, Alman Kilisesi'nde bir Reform Dönemi yaşanmıştı.
Rönesans'ın da etkileri ile, Alman Kilisesi, özellikle de Alman Köy Kiliseleri, Vatikan'ın genel siyaseti'nden farklı bir İncil Tartışması getirdi, Alman sosyal sistemi ile Alman Hristiyanlığı'nın çatışmaları, nihâyet, Martin Luther'in Reformcu liderliğine neden olmuştur.
yine, Thomas Munster'in Köylü Hristiyanlığı Hareketi de, Alman Kilisesi Tarihi'nde büyük bir yenilenme yaratmıştı.
İncil, yaşıyor idi, Hazretî İsâ, Almanya'da idi, Reform, Hazretî İsâ'nın İncil'deki önerilerini gündeme getirdiği gibi, Alman toplumu da, Hazretî İsâ'ya, Martin Luther'in, Thomas Munster'in liderliğinde yeniden yönelmekteydi.
Vatikan'ın "engizisyon" tehditleri, "despotik Hristiyan" metodları, Almanya'da iflâs etmiş idi. Martin Luther, Kilise içinde yeni tezlerini kabûl ettirdi, yasalaştırdı, Alman Halkı ile Vatikan'ın daha fazla çatışmasını önledi.
Alman Tarihi'nde Alman Kilisesi'nin yaşadığı deneyimlerin bir bölümü, Vatikan ile Alman Kilisesi'nin birbiri ile yaşadığı farkların, çatışmaların tarihi idi.
SİNAN ÖNER
15., 16. Yüzyıl'larda, Alman Kilisesi'nde bir Reform Dönemi yaşanmıştı.
Rönesans'ın da etkileri ile, Alman Kilisesi, özellikle de Alman Köy Kiliseleri, Vatikan'ın genel siyaseti'nden farklı bir İncil Tartışması getirdi, Alman sosyal sistemi ile Alman Hristiyanlığı'nın çatışmaları, nihâyet, Martin Luther'in Reformcu liderliğine neden olmuştur.
yine, Thomas Munster'in Köylü Hristiyanlığı Hareketi de, Alman Kilisesi Tarihi'nde büyük bir yenilenme yaratmıştı.
İncil, yaşıyor idi, Hazretî İsâ, Almanya'da idi, Reform, Hazretî İsâ'nın İncil'deki önerilerini gündeme getirdiği gibi, Alman toplumu da, Hazretî İsâ'ya, Martin Luther'in, Thomas Munster'in liderliğinde yeniden yönelmekteydi.
Vatikan'ın "engizisyon" tehditleri, "despotik Hristiyan" metodları, Almanya'da iflâs etmiş idi. Martin Luther, Kilise içinde yeni tezlerini kabûl ettirdi, yasalaştırdı, Alman Halkı ile Vatikan'ın daha fazla çatışmasını önledi.
Alman Tarihi'nde Alman Kilisesi'nin yaşadığı deneyimlerin bir bölümü, Vatikan ile Alman Kilisesi'nin birbiri ile yaşadığı farkların, çatışmaların tarihi idi.
SİNAN ÖNER
Alman Tarihi Notları (1)
Alman Tarihi, farklı sosyal, siyasî, ekonomik, kültürel, hukuksal, dinsel, teknik özellikler içerir.
Alman Tarihi, yalnızca coğrafî açıdan sınırlı Almanya Tarihi değildir, Almanlar'ın dünya coğrafyası'ndaki tarihi'dir.
Alman Tarihi'nin, elbette, Roma Tarihi ile, Slav Tarihi ile, Arap Tarihi ile, Çin Tarihi ile, Türk Tarihi ile, öteki halkların tarihleri ile bağları vardır, ilişkileri vardır.
Alman Tarihi'nin Almanca Dili'nin doğuşu, gelişmesi, yayılması tarihi olduğu da bir vak'ıa.
Alman Tarihi, Germen Kabileleri'nin Tarihi olduğu gibi, Alman Kilisesi'nin Tarihi'dir.
Alman Tarihi ile, Alman Halkı'nın bugünkü yaşayış biçimleri'ne kadar büyük bir süre'de yaşadıklarını kastederiz.
Alman Tarihi, Avrupa Kıtası'nda birikmiş Alman Nüfûsu'nun getirdiği Alman Devleti ile, Asya'daki, Afrika'daki, Amerika'daki Almanlar'ın Tarihi'dir.
Alman Tarihi, Hegel'in yazdığı gibi Dünya Tarihi içinde bir Tarih alanıdır, Friedrich Nietsche'nin, Karl Marx'ın yazdığı gibi, Alman Tarihi, Dünya Tarihi'ne bağlandığı ölçüde ilginç bir tarihsel süre'dir. Alman Halkı da, cehâlet'ten, sefâlet'ten, tembellik'ten uzak yaşadığı ölçüde Alman Halkı olarak tarih yaratmış bir halk.
SİNAN ÖNER
Alman Tarihi, yalnızca coğrafî açıdan sınırlı Almanya Tarihi değildir, Almanlar'ın dünya coğrafyası'ndaki tarihi'dir.
Alman Tarihi'nin, elbette, Roma Tarihi ile, Slav Tarihi ile, Arap Tarihi ile, Çin Tarihi ile, Türk Tarihi ile, öteki halkların tarihleri ile bağları vardır, ilişkileri vardır.
Alman Tarihi'nin Almanca Dili'nin doğuşu, gelişmesi, yayılması tarihi olduğu da bir vak'ıa.
Alman Tarihi, Germen Kabileleri'nin Tarihi olduğu gibi, Alman Kilisesi'nin Tarihi'dir.
Alman Tarihi ile, Alman Halkı'nın bugünkü yaşayış biçimleri'ne kadar büyük bir süre'de yaşadıklarını kastederiz.
Alman Tarihi, Avrupa Kıtası'nda birikmiş Alman Nüfûsu'nun getirdiği Alman Devleti ile, Asya'daki, Afrika'daki, Amerika'daki Almanlar'ın Tarihi'dir.
Alman Tarihi, Hegel'in yazdığı gibi Dünya Tarihi içinde bir Tarih alanıdır, Friedrich Nietsche'nin, Karl Marx'ın yazdığı gibi, Alman Tarihi, Dünya Tarihi'ne bağlandığı ölçüde ilginç bir tarihsel süre'dir. Alman Halkı da, cehâlet'ten, sefâlet'ten, tembellik'ten uzak yaşadığı ölçüde Alman Halkı olarak tarih yaratmış bir halk.
SİNAN ÖNER
Friday, March 19, 2010
Bir Tarih Romanı: "Anadolu'da Kızılca Halvet"
Askerî Öner, iyi bir Yazar!
Türk Romanı'na, geçen yıllarda kıymetli bir katkı yaptı, "Anadolu'da Kızılca Halvet" romanı'nı yayınladı, 535 sayfa, bir Tarih Romanı!
"Anadolu'da Kızılca Halvet", Askerî Öner'in gençlik yıllarından beri incelediği tarihsel bir sürecin, tarihsel bir alanın anlatımı, 13. Yüzyıl Anadolu'sunda geçen, Bizanslılar, Selçuklular, Anadolu Türk Beylikleri gibi devletleşmelerin yaşandığı, Ortodoks Mezheplerin, Bektâşîliğin, Babaîliğin meydana geldiği, ayaklanmaların, savaşların, çeşitli siyasî oyunların yaşandığı 13. Yüzyıl'ın bir anlatımı.
Askerî Öner, daha önce, 1988'de, "Hayat Kurulurken" senaryosu ile, Yunus Nadi Senaryo Ödülü Üçüncülük Ödülü kazanmıştı.
"Anadolu'da Kızılca Halvet" de, Askerî Öner'in yazarlıktaki ustalığının bir kanıtı, Türkçe bilgisinin, roman sanatı'na saygısının, tarihçi hassasiyetlerinin bir kanıtı olarak, Berfin Yayınları tarafından yayınlandı.
Askerî Öner, bugünkü dünya sorunlarına da hassas bir adam!
Irak Krizi sırasında, Askerî Öner'in konuğu idim, Irak Krizi'ni ayrıntıları ile tartışmıştık, yıllar önce, DSP Milletvekili, Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in "medeniyetler buluşması" toplantısını da hatırlayıp, Ortadoğu'da, Güneydoğu Asya'da, farklı "medeniyetler"in birbirleri ile nasıl bir tarih yaşadıklarını sormuştuk! Askerî Öner, iyi bir Tarihçi olarak, Profesör Bernard Lewis'in, Profesör Samuel Huntington'un, Profesör Fernand Braudel'in, Profesör Fuat Köprülü'nün iyi bir okuru olarak, bana düşüncelerini, teşhislerini, saptamalarını anlatmıştı. "Anadolu'da Kızılca Halvet"in ilk bölümlerini bana okutmuş, izlenimlerimi almıştı.
Askerî Öner, İslâm Tarihi alanındaki okumaları ile de, tarihçiliğini, romancı hassasiyetlerini güçlendirmiş bir Yazar. Askerî Öner, Muhyiddin Arabî, Mevlâna, İbni Haldun, Hacı Bektaş-ı Velî gibi İslâm bilginlerinin yazdıklarını incelediği gibi, Selçuklu Devletleri Tarihi'ni, Bizans Devleti Tarihi'ni, Osmanlı Devleti Tarihi'ni de, farklı Tarihçiler'in eserlerinden okumuş bir adam, bir Yazar!
Askerî Öner, bugünkü dünya'yı, siyasî açıdan da, ekonomik, kültürel, hukuksal açılardan eleştirmeyi bir ödev kabûl eden bir Yazar. Askerî Öner'in iktisât alanındaki uzmanlığı, bir çok tarih konularını incelerken, daha farklı düşünce açıları getirmesini mümkün kılıyor. "Anadolu'da Kızılca Halvet"i yazarken, Askerî Öner, edebî sanatları da incelediğini biliyorum. Askerî Öner, farklı bilim alanlarından, farklı sanat alanlarından yararlanmayı bir yazarlık ödevi olarak kabûl eden bir Yazar.
"Anadolu'da Kızılca Halvet"in bir özelliği, tarihsel karakterleri roman sanatı'nın getirdiği nitelikler ile somutlaştırması.
Askerî Öner, 13. Yüzyıl'ın tarihsel karakterlerine ilgisini gizlemiyor, Alâddin Keykubat, Dandolo, Baba İlyas, Baba İshak, 3. Innocentius gibi büyük karakterlere olduğu gibi, farklı coğrafî alanlardaki tarihsel karakterlere de hassas bir Tarihçi.
"Anadolu'da Kızılca Halvet", Askerî Öner'in yayınlanmış ilk romanı, ama, bu alanda, Türkçe'de yayınlanmış az sayıdaki tarih romanı arasında, saygın bir roman.
Askerî Öner'i, "Anadolu'da Kızılca Halvet" romanı ile Türk Romanı'na büyük bir katkı yaptı, Askerî Öner'i kutlarım, "Anadolu'da Kızılca Halvet"in farklı ülkelerde yayınlanmasını dilerim, özellikle, İran, Yunanistan, Suriye, Romanya, Bulgaristan, Lübnan, Rusya gibi ülkelerde, "Anadolu'da Kızılca Halvet" yayınlanmalı, okunmalıdır, kıymetli bir kaynak kitap olarak tarihçilerin meraklarını gidermelidir.
SİNAN ÖNER
Türk Romanı'na, geçen yıllarda kıymetli bir katkı yaptı, "Anadolu'da Kızılca Halvet" romanı'nı yayınladı, 535 sayfa, bir Tarih Romanı!
"Anadolu'da Kızılca Halvet", Askerî Öner'in gençlik yıllarından beri incelediği tarihsel bir sürecin, tarihsel bir alanın anlatımı, 13. Yüzyıl Anadolu'sunda geçen, Bizanslılar, Selçuklular, Anadolu Türk Beylikleri gibi devletleşmelerin yaşandığı, Ortodoks Mezheplerin, Bektâşîliğin, Babaîliğin meydana geldiği, ayaklanmaların, savaşların, çeşitli siyasî oyunların yaşandığı 13. Yüzyıl'ın bir anlatımı.
Askerî Öner, daha önce, 1988'de, "Hayat Kurulurken" senaryosu ile, Yunus Nadi Senaryo Ödülü Üçüncülük Ödülü kazanmıştı.
"Anadolu'da Kızılca Halvet" de, Askerî Öner'in yazarlıktaki ustalığının bir kanıtı, Türkçe bilgisinin, roman sanatı'na saygısının, tarihçi hassasiyetlerinin bir kanıtı olarak, Berfin Yayınları tarafından yayınlandı.
Askerî Öner, bugünkü dünya sorunlarına da hassas bir adam!
Irak Krizi sırasında, Askerî Öner'in konuğu idim, Irak Krizi'ni ayrıntıları ile tartışmıştık, yıllar önce, DSP Milletvekili, Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in "medeniyetler buluşması" toplantısını da hatırlayıp, Ortadoğu'da, Güneydoğu Asya'da, farklı "medeniyetler"in birbirleri ile nasıl bir tarih yaşadıklarını sormuştuk! Askerî Öner, iyi bir Tarihçi olarak, Profesör Bernard Lewis'in, Profesör Samuel Huntington'un, Profesör Fernand Braudel'in, Profesör Fuat Köprülü'nün iyi bir okuru olarak, bana düşüncelerini, teşhislerini, saptamalarını anlatmıştı. "Anadolu'da Kızılca Halvet"in ilk bölümlerini bana okutmuş, izlenimlerimi almıştı.
Askerî Öner, İslâm Tarihi alanındaki okumaları ile de, tarihçiliğini, romancı hassasiyetlerini güçlendirmiş bir Yazar. Askerî Öner, Muhyiddin Arabî, Mevlâna, İbni Haldun, Hacı Bektaş-ı Velî gibi İslâm bilginlerinin yazdıklarını incelediği gibi, Selçuklu Devletleri Tarihi'ni, Bizans Devleti Tarihi'ni, Osmanlı Devleti Tarihi'ni de, farklı Tarihçiler'in eserlerinden okumuş bir adam, bir Yazar!
Askerî Öner, bugünkü dünya'yı, siyasî açıdan da, ekonomik, kültürel, hukuksal açılardan eleştirmeyi bir ödev kabûl eden bir Yazar. Askerî Öner'in iktisât alanındaki uzmanlığı, bir çok tarih konularını incelerken, daha farklı düşünce açıları getirmesini mümkün kılıyor. "Anadolu'da Kızılca Halvet"i yazarken, Askerî Öner, edebî sanatları da incelediğini biliyorum. Askerî Öner, farklı bilim alanlarından, farklı sanat alanlarından yararlanmayı bir yazarlık ödevi olarak kabûl eden bir Yazar.
"Anadolu'da Kızılca Halvet"in bir özelliği, tarihsel karakterleri roman sanatı'nın getirdiği nitelikler ile somutlaştırması.
Askerî Öner, 13. Yüzyıl'ın tarihsel karakterlerine ilgisini gizlemiyor, Alâddin Keykubat, Dandolo, Baba İlyas, Baba İshak, 3. Innocentius gibi büyük karakterlere olduğu gibi, farklı coğrafî alanlardaki tarihsel karakterlere de hassas bir Tarihçi.
"Anadolu'da Kızılca Halvet", Askerî Öner'in yayınlanmış ilk romanı, ama, bu alanda, Türkçe'de yayınlanmış az sayıdaki tarih romanı arasında, saygın bir roman.
Askerî Öner'i, "Anadolu'da Kızılca Halvet" romanı ile Türk Romanı'na büyük bir katkı yaptı, Askerî Öner'i kutlarım, "Anadolu'da Kızılca Halvet"in farklı ülkelerde yayınlanmasını dilerim, özellikle, İran, Yunanistan, Suriye, Romanya, Bulgaristan, Lübnan, Rusya gibi ülkelerde, "Anadolu'da Kızılca Halvet" yayınlanmalı, okunmalıdır, kıymetli bir kaynak kitap olarak tarihçilerin meraklarını gidermelidir.
SİNAN ÖNER
Tuesday, March 16, 2010
Perestroika, Glasnost, Sovyetler Birliği
Başkan Mikhail Gorbachev'in Perestroika ile ilgili bir makalesi New York Times'ta yayınlandı.
Başkan Mikhail Gorbachev, Perestroika reformlarından bugüne Rusya'nın yaşadığı tarih'i de makalesinde anlatmış, bugünkü Rusya'nın sosyal, ekonomik, siyasî özelliklerini de yazmış, Başkan Mikhail Gorbachev.
Perestroika, daha sonra Glasnost reformları, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nde tartışıldıktan sonra kabûl edilmiş, tüm dünya'da Perestroika, Glasnost politikaları ile ilgili kitaplar, makaleler, belgeler yayınlanmıştı.
Türkçe'ye, Başkan Mikhail Gorbachev'in makaleleri çevrilmiş, yayınlanmıştı, Yakovlev, Krasin, Gaidar, Yeltsin, Primakov gibi liderlerin yazdıkları da yayınlanmış, farklı siyasî çevrelerde, üniversitelerde, Perestroika, Glasnost reformları tartışılmıştı.
ben de, Perestroika, Glasnost ile ilgili yayınları, ilk yayınlandıkları sırada okumuştum, konu ile ilgili denemeler, notlar da yazmıştım.
Perestroika reformları, Sovyetler Birliği'nde, Başkan Mikhail Gorbachev'in Başkanlık yıllarında liderliğini yaptığı sosyal, ekonomik, siyasî, kültürel reformlardır.
sanayi, tarım, ticâret, bilim, sanatlar, siyasî kurumlar, Perestroika reformlarının uygulandığı ya da uygulanmasının amaçlandığı alanlardı.
"devlet mülkiyeti"nin hâkim olduğu üretim tarzı'ndan "çok mülkiyetli" bir üretim tarzı'na geçmeyi amaçlayan Perestroika reformları, Çin'deki Başkan Deng Shiao Ping reformları'na benzemekteydi. "işçi sovyetleri" ya da işçi sınıfı dışındaki sosyal sınıfların ekonomik, sosyal, siyasî, kültürel amaçlarını da Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin gerçekleştirmesi gerektiğini öne süren Perestroika reformları, Sovyet "sosyal sözleşme"sini yenileme ihtiyâcının bir sonucu olarak gündeme alınmıştı.
siyasî alanda, "tek partili Anayasal demokrasi"den "çok partili Anayasal demokrasi"ye geçmeyi amaçlamaktaydı, Perestroika, Glasnost reformları.
Başkan Mikhail Gorbachev, Perestroika, Glasnost reformları ile dünya siyaseti'ni de, dünya ekonomisi'ni de değiştirmiş bir lider.
Perestroika reformları, sosyalist devletlerin çoğunda uygulanmıştı, Glasnost reformları da, sosyalist devletlerin çoğunda uygulandığı gibi, NATO üyesi kapitalist devletler de Glasnost reformlarını uygulamak zorunda kalmıştı.
"soğuk savaş"ın sona ermesi, ancak, Başkan Mikhail Gorbachev'in liderliğinde, Perestroika, Glasnost reformlarının uygulanması ile mümkün olmuştur.
Türkiye açısından da, Perestroika, Glasnost reformları, ya tartışılmış, siyasî kültürü değiştirmiş, ya da uygulanmıştı.
NATO üyesi bir devlet olmasına rağmen, Türkiye, Başkan Mikhail Gorbachev'in reformları ile, Atatürk'ün yaptığı reformları da yeniden tartışmış, yeni reformlar yapmak zorunda kalmıştı.
"komünizm yasağı" veyâ "komünist parti yasağı" da, Türkiye'de, 1987'den itibâren, Sovyetler Birliği Başkanı Mikhail Gorbachev'in Perestroika, Glasnost reformları sırasında kaldırılmış, Türkiye Birleşik Komünist Partisi, ilk yasal komünist parti olarak teşkilâtlanmış, kongre toplamıştı.
Türkiye'de, Perestroika, Glasnost reformları daha çok siyaset, hukuk, kültür alanlarında hissedildi, DYP Lideri Süleyman Demirel'in yeniden siyaset yapmasında, Başbakan seçilmesinde, DSP Lideri Bülent Ecevit'in yeniden siyaset yapmasında, Başbakan seçilmesinde, Türk Ceza Kanunu'nun 141., 142., 163. Maddeleri'nin değiştirilmesinde, Perestroika, Glasnost reformlarının dünya'da yarattığı sonuçlar etkili olmuştur.
Başkan Mikhail Gorbachev'in Perestroika, Glasnost reformları ile ilgili makaleler yazması, bir çok açıdan yararlıdır; farklı ülkelerde bu konuda, nasıl bir tarih yaşandı, mutlaka siyasetçiler, tarihçiler, yazmalıdırlar, yazdıklarını yayınlamalıdırlar.
yıllar sonra, Perestroika'yı, Glasnost'u okurlarına anlatan Başkan Mikhail Gorbachev'i, reformcu Sovyet liderleri kutlarım, Sovyetler Birliği yurttaşlarını reformcu özelliklerinden dolayı kutlarım.
SİNAN ÖNER
Başkan Mikhail Gorbachev, Perestroika reformlarından bugüne Rusya'nın yaşadığı tarih'i de makalesinde anlatmış, bugünkü Rusya'nın sosyal, ekonomik, siyasî özelliklerini de yazmış, Başkan Mikhail Gorbachev.
Perestroika, daha sonra Glasnost reformları, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nde tartışıldıktan sonra kabûl edilmiş, tüm dünya'da Perestroika, Glasnost politikaları ile ilgili kitaplar, makaleler, belgeler yayınlanmıştı.
Türkçe'ye, Başkan Mikhail Gorbachev'in makaleleri çevrilmiş, yayınlanmıştı, Yakovlev, Krasin, Gaidar, Yeltsin, Primakov gibi liderlerin yazdıkları da yayınlanmış, farklı siyasî çevrelerde, üniversitelerde, Perestroika, Glasnost reformları tartışılmıştı.
ben de, Perestroika, Glasnost ile ilgili yayınları, ilk yayınlandıkları sırada okumuştum, konu ile ilgili denemeler, notlar da yazmıştım.
Perestroika reformları, Sovyetler Birliği'nde, Başkan Mikhail Gorbachev'in Başkanlık yıllarında liderliğini yaptığı sosyal, ekonomik, siyasî, kültürel reformlardır.
sanayi, tarım, ticâret, bilim, sanatlar, siyasî kurumlar, Perestroika reformlarının uygulandığı ya da uygulanmasının amaçlandığı alanlardı.
"devlet mülkiyeti"nin hâkim olduğu üretim tarzı'ndan "çok mülkiyetli" bir üretim tarzı'na geçmeyi amaçlayan Perestroika reformları, Çin'deki Başkan Deng Shiao Ping reformları'na benzemekteydi. "işçi sovyetleri" ya da işçi sınıfı dışındaki sosyal sınıfların ekonomik, sosyal, siyasî, kültürel amaçlarını da Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin gerçekleştirmesi gerektiğini öne süren Perestroika reformları, Sovyet "sosyal sözleşme"sini yenileme ihtiyâcının bir sonucu olarak gündeme alınmıştı.
siyasî alanda, "tek partili Anayasal demokrasi"den "çok partili Anayasal demokrasi"ye geçmeyi amaçlamaktaydı, Perestroika, Glasnost reformları.
Başkan Mikhail Gorbachev, Perestroika, Glasnost reformları ile dünya siyaseti'ni de, dünya ekonomisi'ni de değiştirmiş bir lider.
Perestroika reformları, sosyalist devletlerin çoğunda uygulanmıştı, Glasnost reformları da, sosyalist devletlerin çoğunda uygulandığı gibi, NATO üyesi kapitalist devletler de Glasnost reformlarını uygulamak zorunda kalmıştı.
"soğuk savaş"ın sona ermesi, ancak, Başkan Mikhail Gorbachev'in liderliğinde, Perestroika, Glasnost reformlarının uygulanması ile mümkün olmuştur.
Türkiye açısından da, Perestroika, Glasnost reformları, ya tartışılmış, siyasî kültürü değiştirmiş, ya da uygulanmıştı.
NATO üyesi bir devlet olmasına rağmen, Türkiye, Başkan Mikhail Gorbachev'in reformları ile, Atatürk'ün yaptığı reformları da yeniden tartışmış, yeni reformlar yapmak zorunda kalmıştı.
"komünizm yasağı" veyâ "komünist parti yasağı" da, Türkiye'de, 1987'den itibâren, Sovyetler Birliği Başkanı Mikhail Gorbachev'in Perestroika, Glasnost reformları sırasında kaldırılmış, Türkiye Birleşik Komünist Partisi, ilk yasal komünist parti olarak teşkilâtlanmış, kongre toplamıştı.
Türkiye'de, Perestroika, Glasnost reformları daha çok siyaset, hukuk, kültür alanlarında hissedildi, DYP Lideri Süleyman Demirel'in yeniden siyaset yapmasında, Başbakan seçilmesinde, DSP Lideri Bülent Ecevit'in yeniden siyaset yapmasında, Başbakan seçilmesinde, Türk Ceza Kanunu'nun 141., 142., 163. Maddeleri'nin değiştirilmesinde, Perestroika, Glasnost reformlarının dünya'da yarattığı sonuçlar etkili olmuştur.
Başkan Mikhail Gorbachev'in Perestroika, Glasnost reformları ile ilgili makaleler yazması, bir çok açıdan yararlıdır; farklı ülkelerde bu konuda, nasıl bir tarih yaşandı, mutlaka siyasetçiler, tarihçiler, yazmalıdırlar, yazdıklarını yayınlamalıdırlar.
yıllar sonra, Perestroika'yı, Glasnost'u okurlarına anlatan Başkan Mikhail Gorbachev'i, reformcu Sovyet liderleri kutlarım, Sovyetler Birliği yurttaşlarını reformcu özelliklerinden dolayı kutlarım.
SİNAN ÖNER
Monday, March 15, 2010
Fransız Sosyalizmi Tarihi Notları (2)
Fransız Sosyalizmi Tarihi, Kraliyet Rejimi, Toprak Sahipleri, Köylüler, Kiliseler, Şehirli Emekçiler gibi farklı sosyal güçlerin savaşımları tarihi'nin bir sonucu olarak yaşandı, modern anlamda Fransız Sosyalizmi, Sanayici Kapitalistler, Tüccar Kapitalistler, Sanayi İşçileri, Köylüler gibi sosyal sınıfların önerileri, amaçları, tezleri, siyasetleri arasındaki savaşımların bir sonucu olarak yaşanıyor.
elbette, Fransız Sosyalizmi'ni ayrıntıları ile ancak Fransız Sosyalistleri anlatırlar.
Karl Marx'ın 19. Yüzyıl'daki Fransa Tarihi Notları, başka ülkelerden yazarların Fransa Tarihi ile ilgili yazmalarına, okumalarına cesâret vermiş bir girişim idi.
şimdi de, Fransa dışından bir yazar, Fransız Sosyalizmi ile ilgili tezler ya da notlar yazıyorsa, biraz da, Karl Marx'ın Fransa Tarihi ile ilgili yazım denemelerinden cesâret aldığı için yazar.
Avrupa Birliği sürecinde, farklı Avrupa ülkelerinden tarihçilerin birbirlerinin ülkelerinin tarihleri ile ilgili yazdıkları, bu alanda yaşadığımız daha farklı bir aşama'yı belli ediyor.
Fransız Koloniciliği Tarihi, Fransız Emperyalizmi Tarihi, Fransız Cumhuriyeti Tarihi, Fransız Askerî Tarihi, Fransız Sanayileşme Tarihi gibi farklı tarih alanlarında yazmak için, elbette, Fransa'da uzun süre okumak, ya da Fransızca kaynakları iyice incelemek, farklı unsurları ile Fransa Tarihi'ni kavramak gerekir.
ben, mütevâzi bir Tarihçi olduğum gibi, Fransız Şâirleri, Fransız Romancıları, Fransız Tarihçileri, Türkçe'de ya da İngilizce'de okumuş bir Yazar'ım, aldığım notlar, ancak bireysel okuma deneyimlerimin sonuçlarıdır, bu anlamda hâlâ mütevâziyim.
ama, Fransa Tarihi de, bir bütün olarak Batı Devletleri Tarihi de, bir Tarihçi'yi heyecanlandırır, bu alanda okumak da, yazmak da, Tarihçi'yi ustalaştırır.
Fransız Sosyalizmi, bir Tarih Anlayışı getirmiş olması ile, hâlâ insanlığa liderlik yapan bir akımdır. 19. Yüzyıl'ın Fransız Siyaseti, 18. Yüzyıl'ın Fransız Felsefesi gibi, insanlığı eğitmiş, farklı ülkelerdeki siyasî hareketlere liderlik yapmıştı. hatta, Fransız Koloniciliği de, korkunç suçlarına rağmen, kolonileştirdiği ülkelerde gerçekleştirdiği kültürel devrimlerle, siyasî kültür'e kattıkları ile, öteki devletlerin kolonicilik deneyimlerinden farklı niteliklere sahip idi.
Francois Mitterand, 20. Yüzyıl'ın son döneminde, Fransız Sosyalizmi'nin liderliğini yaptı, Francois Mitterand'ın bir önerisi de, Fransız Sosyalizmi'nin Avrupa Birliği'ne liderlik yapması idi, Avrupa Birliği, hâlâ bir anlamda Fransız Sosyalizmi ile Alman Sosyal Demokratları'nın bir önerisi olarak vardır, Marxizm, Avrupa Birliği'nin büyük kaynaklarından biridir.
Atatürk, daha 1923'de, Fransız Sosyalizmi'nin Avrupa Birleşik Devletleri'ne yönelik önerilerini okuyup seçmiş, bu yönde Türkiye'de reformlar, devrimler yapmıştı.
Sovyet Devrimi'nin Lideri Vladimir Lenin de, Fransız Sosyalizmi'nin tarihsel değerlerini olduğu gibi, güncel tezlerini de incelemiş, Fransız İşçi Sınıfı'na, Fransız Sosyalizmi'ne saygı'sını duyurmuştur, Sovyetler Birliği de, Avrupa Birliği gibi, farklı devletlerin bir birliği olarak gerçekleşmiş bir tasarıdır.
Fransız Sosyalizmi, "emperyalizm"in dünya'yı savaşlara, terör'e, çatışmalara yönelttiği tezi ile, Birleşmiş Milletler'i de desteklemiş, "emperyalizm"in dünya'yı yok etmesine engel olmak için, farklı siyasî tasarılar önermiş, bu tasarılarını gerçekleştirme yolunda siyaset yapmıştı.
bugünkü Fransız Sosyalizmi, neler öneriyor? önümüzdeki yüzyılda neler yaşayacağız? dünya sosyalizmi'ne Fransız Sosyalizmi'nin katkıları neler olacak?
Fransa'daki bölge seçimleri, Fransız Sosyalizmi'nin, bu sorulara da, başka sorulara da yanıtlar bulacağı bir dönemin başladığını kanıtlıyor.
SİNAN ÖNER
elbette, Fransız Sosyalizmi'ni ayrıntıları ile ancak Fransız Sosyalistleri anlatırlar.
Karl Marx'ın 19. Yüzyıl'daki Fransa Tarihi Notları, başka ülkelerden yazarların Fransa Tarihi ile ilgili yazmalarına, okumalarına cesâret vermiş bir girişim idi.
şimdi de, Fransa dışından bir yazar, Fransız Sosyalizmi ile ilgili tezler ya da notlar yazıyorsa, biraz da, Karl Marx'ın Fransa Tarihi ile ilgili yazım denemelerinden cesâret aldığı için yazar.
Avrupa Birliği sürecinde, farklı Avrupa ülkelerinden tarihçilerin birbirlerinin ülkelerinin tarihleri ile ilgili yazdıkları, bu alanda yaşadığımız daha farklı bir aşama'yı belli ediyor.
Fransız Koloniciliği Tarihi, Fransız Emperyalizmi Tarihi, Fransız Cumhuriyeti Tarihi, Fransız Askerî Tarihi, Fransız Sanayileşme Tarihi gibi farklı tarih alanlarında yazmak için, elbette, Fransa'da uzun süre okumak, ya da Fransızca kaynakları iyice incelemek, farklı unsurları ile Fransa Tarihi'ni kavramak gerekir.
ben, mütevâzi bir Tarihçi olduğum gibi, Fransız Şâirleri, Fransız Romancıları, Fransız Tarihçileri, Türkçe'de ya da İngilizce'de okumuş bir Yazar'ım, aldığım notlar, ancak bireysel okuma deneyimlerimin sonuçlarıdır, bu anlamda hâlâ mütevâziyim.
ama, Fransa Tarihi de, bir bütün olarak Batı Devletleri Tarihi de, bir Tarihçi'yi heyecanlandırır, bu alanda okumak da, yazmak da, Tarihçi'yi ustalaştırır.
Fransız Sosyalizmi, bir Tarih Anlayışı getirmiş olması ile, hâlâ insanlığa liderlik yapan bir akımdır. 19. Yüzyıl'ın Fransız Siyaseti, 18. Yüzyıl'ın Fransız Felsefesi gibi, insanlığı eğitmiş, farklı ülkelerdeki siyasî hareketlere liderlik yapmıştı. hatta, Fransız Koloniciliği de, korkunç suçlarına rağmen, kolonileştirdiği ülkelerde gerçekleştirdiği kültürel devrimlerle, siyasî kültür'e kattıkları ile, öteki devletlerin kolonicilik deneyimlerinden farklı niteliklere sahip idi.
Francois Mitterand, 20. Yüzyıl'ın son döneminde, Fransız Sosyalizmi'nin liderliğini yaptı, Francois Mitterand'ın bir önerisi de, Fransız Sosyalizmi'nin Avrupa Birliği'ne liderlik yapması idi, Avrupa Birliği, hâlâ bir anlamda Fransız Sosyalizmi ile Alman Sosyal Demokratları'nın bir önerisi olarak vardır, Marxizm, Avrupa Birliği'nin büyük kaynaklarından biridir.
Atatürk, daha 1923'de, Fransız Sosyalizmi'nin Avrupa Birleşik Devletleri'ne yönelik önerilerini okuyup seçmiş, bu yönde Türkiye'de reformlar, devrimler yapmıştı.
Sovyet Devrimi'nin Lideri Vladimir Lenin de, Fransız Sosyalizmi'nin tarihsel değerlerini olduğu gibi, güncel tezlerini de incelemiş, Fransız İşçi Sınıfı'na, Fransız Sosyalizmi'ne saygı'sını duyurmuştur, Sovyetler Birliği de, Avrupa Birliği gibi, farklı devletlerin bir birliği olarak gerçekleşmiş bir tasarıdır.
Fransız Sosyalizmi, "emperyalizm"in dünya'yı savaşlara, terör'e, çatışmalara yönelttiği tezi ile, Birleşmiş Milletler'i de desteklemiş, "emperyalizm"in dünya'yı yok etmesine engel olmak için, farklı siyasî tasarılar önermiş, bu tasarılarını gerçekleştirme yolunda siyaset yapmıştı.
bugünkü Fransız Sosyalizmi, neler öneriyor? önümüzdeki yüzyılda neler yaşayacağız? dünya sosyalizmi'ne Fransız Sosyalizmi'nin katkıları neler olacak?
Fransa'daki bölge seçimleri, Fransız Sosyalizmi'nin, bu sorulara da, başka sorulara da yanıtlar bulacağı bir dönemin başladığını kanıtlıyor.
SİNAN ÖNER
Fransız Sosyalizmi Tarihi Notları (1)
Fransız Sosyalizmi Tarihi, 12. Yüzyıl Fransız Rönesansı ile modern anlamda başlar, 18. Yüzyıl Aydınlanma Hareketleri ile sürer, 1789 İhtilâli ile siyasî alanda gerçekleşir, 1815'de, 1830'da, 1848'de, 1871'de gerçekleşmiş siyasî, sosyal, kültürel devrim hareketleri ile 20. Yüzyıl'ın modern Fransız Sosyalist Hareketi'nin meydana gelmesi ile bugünlere kadar gelir.
Fransız Sosyalizmi'ni, öteki ülkelerin sosyalizm akımları'ndan farklılaştıran unsurlar ya da özellikler nelerdir?
elbette, daha ilk dönemde, Fransız Sosyalizmi, demokrat bir akım olmuştur, halk çoğunluğu'nun siyasî yönetim'i almasını amaçlamış, Kraliyet Rejimi ile de, Toprak Sahipleri Rejimi ile de kavgalı bir siyasî akım olmuştur. Fransız Sosyalizmi, daha ilk dönemde, millî nitelikler kadar milletler arası ilişkilerin niteliklerine de sosyalist politikalar, sosyalist ilkeler önermiş bir akımdır.
Fransız Rönesansı ile ilgili Türkçe'de pek yayın yapılmadı, İtalyan Rönesansı'nı daha iyi bilmekteyiz, ama, Fransız Rönesansı da, İtalyan Rönesansı kadar ilginç, yaratıcı, üretici, kıymetli bir dönemdi. modern anlamda üniversite kurumlarının meydana gelmesi de, Fransız Tarihçi Jacques le Goff'un da yazdığı gibi, 12., 13. Yüzyıllar'da, Fransa'da mümkün olmuştur.
Fransız Sosyalizmi Tarihi'nde, öneriler, ilkeler, tezler kadar önerilerin, ilkelerin, tezlerin uygulanması da önemlidir, Fransız Halkı da, Fransız yöneticiler de, uygulamalar'a titizlenirler!
üniversite kurumları da, öneri olarak kalmamış, uygulanmış, bugüne kadar yenilenmiş, kurumsal tüm sorunları çözülmüş, milletler arası açıdan da mükemmelleşmiş kurumlardır.
Fransız Sosyalizmi Tarihi'nde, 12. Yüzyıl ile 18. Yüzyıl arasındaki yüzyıllarda neler olduğunu, hangi yayınların yapıldığını, hangi siyasî konuların yaşandığını okumalıyız, yazık ki, bu dönem ile ilgili bilgilerimiz yüzeyseldir.
ama, 18. Yüzyıl'da Fransa'da yayınlanmış bir çok eser, Türkçe'de yayınlanmıştı.
Atatürk, Fransız Sosyalizmi Tarihi ile ilgili hemen tüm temel eserleri Türkçe'ye çevirtmiş, yayınlatmıştı. Atatürk'ün, Fransızca'ya, Fransız Sosyalizmi Tarihi'ne sempâtisi derin bir sempâti idi, ilkokullarda Fransızca Dersleri'ni ders programlarına alan, Atatürk'ün Eğitim Bakanlığı idi. Atatürk, Fransız İhtilâli Tarihi uzmanı bir Tarihçi idi, İzmir'de, halk'a Fransız İhtilâli Tarihi konferansı vermiş, konferans, Sadi Borak'ın yayınladığı kitapta 75 sayfa tutmuş bir konferans idi.
Atatürk'ün Fransız Sosyalizmi Tarihi'ne yönelik yazdıkları, okudukları, kuşkusuz, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi'ni anlamak açısından da incelenmelidir.
Fransız Aydınlanmacıları'nın yazdıkları, yayınladıkları, Fransız İhtilâli öncesinde tüm dünya'yı etkilemiş eserlerdir.
Voltaire, Rousseau, Diderot, D'alembert, D'holbach gibi 18. Yüzyıl Fransız yazarlarının eserleri, tüm dillerde yayınlanmıştı.
Fransız Sosyalizmi, Aydınlanmacı yazarların yayınları ile yeni bir aşama'ya gelmiş, daha sonra da, İhtilâl sırasında, Aydınlanmacı yazarların önerileri, tezleri uygulanmıştı.
Fransız Sosyalizmi Tarihi'nde, Saint Simon, Charles Fourier gibi "ütopyacı sosyalist" yazarların, siyasetçilerin eserleri, sanayî kapitalizmi çağı'nın Fransız Sosyalizmi'ni hazırlamış idi.
1917 Sovyet Devrimi'nin Lideri Vladimir Lenin, Marxizm'in kaynaklarını sıralarken, Fransız Ütopyacı Sosyalistleri'nin, özellikle de, Saint Simon'un, Fourier'in, Karl Marx'ın eseri açısından değerini anmıştı. Marxizm'in siyasî düşünce tarihi açısından kaynaklarından biri idi, Fransız Sosyalizmi.
Fransız Sosyalizmi Tarihi, bir felsefe tarihi olduğu gibi, bir hukuk tarihi, bir siyasî tarih, bir sanat tarihi idi, 20. Yüzyıl Sosyalizmi'ne kadar.
hukuk yönüyle de, Fransız Sosyalizmi Tarihi'nde, Montesquieu'nun eserlerini anmalıyız, Montesquieu, "Yasaların Ruhu Üstüne" kitabı, Fransız Sosyalizmi'nin hukuk anlayışının modern anlamda ilk büyük kaynağı idi. 20. Yüzyıl Fransız Sosyalizmi Liderleri'nden Louis Althusser, Montesquieu ile Rousseau'nun Fransız Sosyalizmi açısından özelliklerini yazmıştı.
kültür tarihi olarak da, Fransız Sosyalizmi Tarihi, büyük bir tarih, incelenmesi gereken bir tarih. resim, heykel, şiir, roman, tiyatro, müzik, opera, deneme gibi sanat alanlarında yaratılmış eserler, Fransız Sosyalizmi Tarihi'nin bir kültür tarihi olarak özelliklerini kanıtlar.
SİNAN ÖNER
Fransız Sosyalizmi'ni, öteki ülkelerin sosyalizm akımları'ndan farklılaştıran unsurlar ya da özellikler nelerdir?
elbette, daha ilk dönemde, Fransız Sosyalizmi, demokrat bir akım olmuştur, halk çoğunluğu'nun siyasî yönetim'i almasını amaçlamış, Kraliyet Rejimi ile de, Toprak Sahipleri Rejimi ile de kavgalı bir siyasî akım olmuştur. Fransız Sosyalizmi, daha ilk dönemde, millî nitelikler kadar milletler arası ilişkilerin niteliklerine de sosyalist politikalar, sosyalist ilkeler önermiş bir akımdır.
Fransız Rönesansı ile ilgili Türkçe'de pek yayın yapılmadı, İtalyan Rönesansı'nı daha iyi bilmekteyiz, ama, Fransız Rönesansı da, İtalyan Rönesansı kadar ilginç, yaratıcı, üretici, kıymetli bir dönemdi. modern anlamda üniversite kurumlarının meydana gelmesi de, Fransız Tarihçi Jacques le Goff'un da yazdığı gibi, 12., 13. Yüzyıllar'da, Fransa'da mümkün olmuştur.
Fransız Sosyalizmi Tarihi'nde, öneriler, ilkeler, tezler kadar önerilerin, ilkelerin, tezlerin uygulanması da önemlidir, Fransız Halkı da, Fransız yöneticiler de, uygulamalar'a titizlenirler!
üniversite kurumları da, öneri olarak kalmamış, uygulanmış, bugüne kadar yenilenmiş, kurumsal tüm sorunları çözülmüş, milletler arası açıdan da mükemmelleşmiş kurumlardır.
Fransız Sosyalizmi Tarihi'nde, 12. Yüzyıl ile 18. Yüzyıl arasındaki yüzyıllarda neler olduğunu, hangi yayınların yapıldığını, hangi siyasî konuların yaşandığını okumalıyız, yazık ki, bu dönem ile ilgili bilgilerimiz yüzeyseldir.
ama, 18. Yüzyıl'da Fransa'da yayınlanmış bir çok eser, Türkçe'de yayınlanmıştı.
Atatürk, Fransız Sosyalizmi Tarihi ile ilgili hemen tüm temel eserleri Türkçe'ye çevirtmiş, yayınlatmıştı. Atatürk'ün, Fransızca'ya, Fransız Sosyalizmi Tarihi'ne sempâtisi derin bir sempâti idi, ilkokullarda Fransızca Dersleri'ni ders programlarına alan, Atatürk'ün Eğitim Bakanlığı idi. Atatürk, Fransız İhtilâli Tarihi uzmanı bir Tarihçi idi, İzmir'de, halk'a Fransız İhtilâli Tarihi konferansı vermiş, konferans, Sadi Borak'ın yayınladığı kitapta 75 sayfa tutmuş bir konferans idi.
Atatürk'ün Fransız Sosyalizmi Tarihi'ne yönelik yazdıkları, okudukları, kuşkusuz, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi'ni anlamak açısından da incelenmelidir.
Fransız Aydınlanmacıları'nın yazdıkları, yayınladıkları, Fransız İhtilâli öncesinde tüm dünya'yı etkilemiş eserlerdir.
Voltaire, Rousseau, Diderot, D'alembert, D'holbach gibi 18. Yüzyıl Fransız yazarlarının eserleri, tüm dillerde yayınlanmıştı.
Fransız Sosyalizmi, Aydınlanmacı yazarların yayınları ile yeni bir aşama'ya gelmiş, daha sonra da, İhtilâl sırasında, Aydınlanmacı yazarların önerileri, tezleri uygulanmıştı.
Fransız Sosyalizmi Tarihi'nde, Saint Simon, Charles Fourier gibi "ütopyacı sosyalist" yazarların, siyasetçilerin eserleri, sanayî kapitalizmi çağı'nın Fransız Sosyalizmi'ni hazırlamış idi.
1917 Sovyet Devrimi'nin Lideri Vladimir Lenin, Marxizm'in kaynaklarını sıralarken, Fransız Ütopyacı Sosyalistleri'nin, özellikle de, Saint Simon'un, Fourier'in, Karl Marx'ın eseri açısından değerini anmıştı. Marxizm'in siyasî düşünce tarihi açısından kaynaklarından biri idi, Fransız Sosyalizmi.
Fransız Sosyalizmi Tarihi, bir felsefe tarihi olduğu gibi, bir hukuk tarihi, bir siyasî tarih, bir sanat tarihi idi, 20. Yüzyıl Sosyalizmi'ne kadar.
hukuk yönüyle de, Fransız Sosyalizmi Tarihi'nde, Montesquieu'nun eserlerini anmalıyız, Montesquieu, "Yasaların Ruhu Üstüne" kitabı, Fransız Sosyalizmi'nin hukuk anlayışının modern anlamda ilk büyük kaynağı idi. 20. Yüzyıl Fransız Sosyalizmi Liderleri'nden Louis Althusser, Montesquieu ile Rousseau'nun Fransız Sosyalizmi açısından özelliklerini yazmıştı.
kültür tarihi olarak da, Fransız Sosyalizmi Tarihi, büyük bir tarih, incelenmesi gereken bir tarih. resim, heykel, şiir, roman, tiyatro, müzik, opera, deneme gibi sanat alanlarında yaratılmış eserler, Fransız Sosyalizmi Tarihi'nin bir kültür tarihi olarak özelliklerini kanıtlar.
SİNAN ÖNER
Fransa'da Bölge Seçimleri
Fransa, dün seçim yaptı, bölge seçimlerinde, Fransız Halkı'nın siyasî durum'u, siyasî seçimleri belli oldu.
Fransız Sosyalistleri, bir süredir yaşadıkları kriz'i aştılar, Fransız Halkı'nın desteğini yeniden kazandılar, ilk sonuçlara göre, Fransız seçmenlerin % 30'u Sosyalistler'i seçtiler.
Le Pen'in lideri olduğu milliyetçiler, % 11 kadar halk desteği aldılar. Fransız Ekoloji Partisi de, seçimlerde % 12 kadar halk desteği aldı.
Başkan Nicholas Sarkozy'nin partisi de, % 26 kadar halk desteği aldı.
ilk haberler böyle!
Fransız Sosyalist liderler, seçim sonuçlarının sosyalistler açısından iyi olduğunu duyurmuşlar, Fransız Halkı'nın siyasî bir uyanış yaşadığı seçimlerde kanıtlanmış oluyor.
Fransız Sosyalizmi, dünya sosyalist hareketlerinin çoğu zaman merkezinde olmuştur.
1789 İhtilâli öncesi Aydınlanmacı Fransız Sosyalizmi, 1789 sonrası Jakoben, Gironden ya da Babeufçü sosyalizm, 19. Yüzyıl'daki sosyalist akımlar, 1871'deki Paris Komünü, 1. İşçi Enternasyonali'nde Fransız Sosyalistleri'nin liderliği, nihâyet, 20. Yüzyıl başlarında Jean Jaures'in liderliğindeki Fransız Sosyalizmi, dünya halkları'na liderlik yapmıştı.
Saint Simon, Charles Fourier, Jean Jacques Rousseau, Denis Diderot, Robespierre, Babeuf, Marat, Victor Hugo, Honore de Balzac, Stendhal, Louis Blanc, Lassalle gibi sosyalist liderlerin eserleri, 18. Yüzyıl'dan itibâren tüm dünya'da yayınlanmıştı. Karl Marx, Friedrich Engels, Paul Lafargue, August Bebel gibi sosyalist liderler de, Fransa ile, Fransız Sosyalizmi ile mutlaka bağlantılar kurmuşlar, 1848 Devrimleri'nde, 1870 Paris Komünü'nde, Fransız Sosyalizmi'ni desteklemişlerdi.
1. Dünya Savaşı sırasında Fransız Sosyalist lider Jean Jaures, bir suikast sonucu vefât etmişti. 1. Dünya Savaşı, Fransızlar'a çok zarar vermiş, Fransız Halkı, yine sosyalistlerin liderliği ile 1. Dünya Savaşı'nın zararları aşmışlardı. ama, 2. Dünya Savaşı öncesi Fransa, Halk Cephesi Hükümetleri'ne rağmen, bölünmüş, Nazi İşgâli, Fransa'yı harap etmiş idi.
2. Dünya Savaşı sonrası, General Charles De Gaulle'ün liderliği ile, Fransız Halkı, Sosyalistler'in, Komünistler'in, Muhafakârlar'ın, Milliyetçi Fransızlar'ın "sosyal sözleşme"si ile, yeni bir Fransa yaratmıştı.
Fransa'da, 1982'den itibâren, uzun bir süre, Fransız Sosyalizmi hükümet idi, Sosyalist Lider Francois Mitterand, Fransa Başkanı olmuş, Fransız Sosyalist Partisi de, Fransız Komünist Partisi ile koâlisyonlar yapmış, hükümet olmuş idi.
Fransız Sosyalizmi, 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılması, Bağımsız Devletler Topluluğu'nun ilân edilmesi ile yeni bir aşama'ya gelmiş, siyasî tartışmalar yapmış, bir kriz yaşamıştı.
şimdi, yıllar sonra, Fransız Sosyalistleri, krizlerini aşıyor, Fransız Halkı da, Fransız Sosyalizmi'ne duyduğu tarihsel sempâti'yi yeniden yaşıyor.
SİNAN ÖNER
Fransız Sosyalistleri, bir süredir yaşadıkları kriz'i aştılar, Fransız Halkı'nın desteğini yeniden kazandılar, ilk sonuçlara göre, Fransız seçmenlerin % 30'u Sosyalistler'i seçtiler.
Le Pen'in lideri olduğu milliyetçiler, % 11 kadar halk desteği aldılar. Fransız Ekoloji Partisi de, seçimlerde % 12 kadar halk desteği aldı.
Başkan Nicholas Sarkozy'nin partisi de, % 26 kadar halk desteği aldı.
ilk haberler böyle!
Fransız Sosyalist liderler, seçim sonuçlarının sosyalistler açısından iyi olduğunu duyurmuşlar, Fransız Halkı'nın siyasî bir uyanış yaşadığı seçimlerde kanıtlanmış oluyor.
Fransız Sosyalizmi, dünya sosyalist hareketlerinin çoğu zaman merkezinde olmuştur.
1789 İhtilâli öncesi Aydınlanmacı Fransız Sosyalizmi, 1789 sonrası Jakoben, Gironden ya da Babeufçü sosyalizm, 19. Yüzyıl'daki sosyalist akımlar, 1871'deki Paris Komünü, 1. İşçi Enternasyonali'nde Fransız Sosyalistleri'nin liderliği, nihâyet, 20. Yüzyıl başlarında Jean Jaures'in liderliğindeki Fransız Sosyalizmi, dünya halkları'na liderlik yapmıştı.
Saint Simon, Charles Fourier, Jean Jacques Rousseau, Denis Diderot, Robespierre, Babeuf, Marat, Victor Hugo, Honore de Balzac, Stendhal, Louis Blanc, Lassalle gibi sosyalist liderlerin eserleri, 18. Yüzyıl'dan itibâren tüm dünya'da yayınlanmıştı. Karl Marx, Friedrich Engels, Paul Lafargue, August Bebel gibi sosyalist liderler de, Fransa ile, Fransız Sosyalizmi ile mutlaka bağlantılar kurmuşlar, 1848 Devrimleri'nde, 1870 Paris Komünü'nde, Fransız Sosyalizmi'ni desteklemişlerdi.
1. Dünya Savaşı sırasında Fransız Sosyalist lider Jean Jaures, bir suikast sonucu vefât etmişti. 1. Dünya Savaşı, Fransızlar'a çok zarar vermiş, Fransız Halkı, yine sosyalistlerin liderliği ile 1. Dünya Savaşı'nın zararları aşmışlardı. ama, 2. Dünya Savaşı öncesi Fransa, Halk Cephesi Hükümetleri'ne rağmen, bölünmüş, Nazi İşgâli, Fransa'yı harap etmiş idi.
2. Dünya Savaşı sonrası, General Charles De Gaulle'ün liderliği ile, Fransız Halkı, Sosyalistler'in, Komünistler'in, Muhafakârlar'ın, Milliyetçi Fransızlar'ın "sosyal sözleşme"si ile, yeni bir Fransa yaratmıştı.
Fransa'da, 1982'den itibâren, uzun bir süre, Fransız Sosyalizmi hükümet idi, Sosyalist Lider Francois Mitterand, Fransa Başkanı olmuş, Fransız Sosyalist Partisi de, Fransız Komünist Partisi ile koâlisyonlar yapmış, hükümet olmuş idi.
Fransız Sosyalizmi, 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılması, Bağımsız Devletler Topluluğu'nun ilân edilmesi ile yeni bir aşama'ya gelmiş, siyasî tartışmalar yapmış, bir kriz yaşamıştı.
şimdi, yıllar sonra, Fransız Sosyalistleri, krizlerini aşıyor, Fransız Halkı da, Fransız Sosyalizmi'ne duyduğu tarihsel sempâti'yi yeniden yaşıyor.
SİNAN ÖNER
Wednesday, March 3, 2010
Başkan Mikhail Gorbachev, 79 Yaşında!
Başkan Mikhail Gorbachev'in 79. Doğum Yıldönümü kutlanıyor.
ben de, Başkan Mikhail Gorbachev'i kutlarım, Çinliler gibi uzun yıllar daha yaşamasını dilerim.
Mikhail Gorbachev, 1932'de, Ukrayna'nın bir köyü'nde doğmuş, çocukluğu İkinci Dünya Savaşı yıllarında geçmiş, sonra da Moskova Devlet Üniversitesi'nde Hukuk okumuş, ziraat alanında uzmanlaşmış, Kolhozlar'da, Sovhozlar'da, Komsomol Yöneticisi olarak, Sovyetler Birliği Komünist Partisi yöneticisi olarak köylülere liderlik yapmış, siyasî yetenekleri Moskova'daki SBKP Merkezi tarafından, özellikle de SBKP Politbürosu tarafından keşfedilince, Mikhail Gorbachev, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin liderlik merdivenlerini tırmanmış, nihâyet, 1985'de, 53 Yaşında, SBKP Merkez Komitesi Birinci Sekreteri seçilmiş idi.
Başkan Mikhail Gorbachev, Başkan Çernenko'nun ardından Sovyetler Birliği Cumhurbaşkanı seçildi, 1991'e kadar Cumhurbaşkanlığı ödevini yerine getirdi.
Mikhail Gorbachev'in dünya'ya katkılarını unutamayız, ABD ile Sovyetler Birliği arasında veyâ NATO ile Varşova Paktı arasında sürüp gelmiş "soğuk savaş"ın sona ermesine Başkan Mikhail Gorbachev liderlik yapmıştı. nükleer silâhsızlanma politikalarının yürütülmesine de, Başkan Mikhail Gorbachev liderlik yapmıştı.
elbette, yıllar geçtikçe, Başkan Mikhail Gorbachev'in dünya siyaseti'ne, dünya ekonomisi'ne, dünya kültürü'ne katkılarını daha iyi kavrayacağız.
Başkan Mikhail Gorbachev, Green Cross'un kuruculuğunu yaptı, Green Cross Başkanı olarak da, dünya'daki ekolojik sorunları gündeme getirdi, dünya ekolojisi'ne hassas bir dünya siyaseti'nin yaratılmasına liderlik yaptı, Birleşmiş Milletler'deki saygınlığını, dünya'nın daha iyi bir yer olması yönünde girişimlere, çabalara yöneltti.
Başkan Mikhail Gorbachev'in Rusya Federasyonu ile de, öteki eski Sovyet Cumhuriyetleri ile de iyi ilişkileri sürüyor.
79 Yaşındaki Başkan Mikhail Gorbachev'e iyi yıllar dilerim.
SİNAN ÖNER
Wednesday, January 27, 2010
Haiti Depremi'nin Dersleri
Haiti Depremi'nin sonuçlarını izlemek bile güç.
insan kayıpları korkunç boyutlarda, şehirler, köyler yıkıldı, Haiti diye bir ülke'nin yaşayıp yaşamayacağı da bir soru.
ama, Haiti de bir ülke, Haiti Halkı da bir halk.
bu yüzden, Birleşmiş Milletler, sorumluluklarını yerine getiriyor, maddî, manevî yardımlar Haiti'ye gitmekte, Amerika Birleşik Devletleri Eski Başkanı Bill Clinton da, Haiti Depremi ile ilgili özel bir misyon'un Başkanlığı'nı yapıyor. Bill Clinton, tüm dünya'da, Haiti'ye yardım kampanyası açtı, Birleşmiş Milletler'in kontrolünde, Bill Clinton'un yönetiminde bir yardım kampanyası.
Haiti Halkı'nın yaşadığı korkunç felâketleri tanımlamak mümkün değil, medya da Haiti yayınlarını azalttı, fotoğraf ya da makalelerde Haiti Halkı'na yönelik bir istismâr olmasın diye, ciddî bir yayın politikası seçildi.
Haiti'nin geçmişte neler yaşadığını, sosyal sorunlarını, siyasî rejim sorunlarını da, dünya'nın başka bölgelerinde yaşayanlar inceliyorlar, Haiti Depremi, Haiti'ye yönelik bilgilenme faâliyetlerinin yayılmasına neden oldu.
Karayipler'de, Haiti ile Dominik Cumhuriyeti'nin olduğu adalar, tarihsel açıdan çok ilginç merkezlerdir. bunda, depremselliğin de rol oynadığını fark ediyoruz. yeraltı hareketleri, enerjik jeomorfolojik yapı, Okyanus ile Kıtalar arasındaki gerilimler, coğrafya'nın korkunç baskısı, Haiti Depremi ile iyice belli oluyor.
Haiti Depremi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne de dersler getiriyor!
SİNAN ÖNER
insan kayıpları korkunç boyutlarda, şehirler, köyler yıkıldı, Haiti diye bir ülke'nin yaşayıp yaşamayacağı da bir soru.
ama, Haiti de bir ülke, Haiti Halkı da bir halk.
bu yüzden, Birleşmiş Milletler, sorumluluklarını yerine getiriyor, maddî, manevî yardımlar Haiti'ye gitmekte, Amerika Birleşik Devletleri Eski Başkanı Bill Clinton da, Haiti Depremi ile ilgili özel bir misyon'un Başkanlığı'nı yapıyor. Bill Clinton, tüm dünya'da, Haiti'ye yardım kampanyası açtı, Birleşmiş Milletler'in kontrolünde, Bill Clinton'un yönetiminde bir yardım kampanyası.
Haiti Halkı'nın yaşadığı korkunç felâketleri tanımlamak mümkün değil, medya da Haiti yayınlarını azalttı, fotoğraf ya da makalelerde Haiti Halkı'na yönelik bir istismâr olmasın diye, ciddî bir yayın politikası seçildi.
Haiti'nin geçmişte neler yaşadığını, sosyal sorunlarını, siyasî rejim sorunlarını da, dünya'nın başka bölgelerinde yaşayanlar inceliyorlar, Haiti Depremi, Haiti'ye yönelik bilgilenme faâliyetlerinin yayılmasına neden oldu.
Karayipler'de, Haiti ile Dominik Cumhuriyeti'nin olduğu adalar, tarihsel açıdan çok ilginç merkezlerdir. bunda, depremselliğin de rol oynadığını fark ediyoruz. yeraltı hareketleri, enerjik jeomorfolojik yapı, Okyanus ile Kıtalar arasındaki gerilimler, coğrafya'nın korkunç baskısı, Haiti Depremi ile iyice belli oluyor.
Haiti Depremi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne de dersler getiriyor!
SİNAN ÖNER
Friday, January 22, 2010
Japonya Yılı'nda Profesör Donald Keene
Profesör Donald Keene, Profesör Bozkurt Güvenç, Profesör Mete Tunçoku, Profesör Pulat Utkan, Profesör Selçuk Esenbel gibi, Japonya Tarihi, Japonya Edebiyatı, Japon Kültürü, Japon Siyaseti alanlarında uzmanlaşmış bir Profesör! Profesör Donald Keene, dünya'daki bir sürü Japonya Uzmanı'na, dersler, konferanslar vermiş, büyük bir adam. Profesör Donald Keene, özellikle Japon Edebiyatı Tarihi alanında öğrenciler yetiştirmiş, kitaplar yazmış, üniversitelerde bölümler, kürsüler açmış, farklı ülkelerdeki akademisyenleri Japonya ile ilgili konularda yazmaya teşvik etmiş, Japonya Tarihi alanında, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki üniversitelerde, okullar, enstitüler, bölümler kurmuş bir Profesör.
Profesör Donald Keene'in Japonya'yı nasıl anladığını, tarihçilik faâliyeti açısından Japonya'da neler keşfettiğini sormak, Profesör Donald Keene'nin keşifleri ile Japonya'yı öğrenmek, hiç de küçümsenesi bir faâliyet değildir.
Türkiye'de yetişmiş çok az Japonya Uzmanı'nın da öğretmenlerinden biridir, Profesör Donald Keene.
2010 Japonya Yılı'nda, Profesör Donald Keene'i de kutlamalıyız.
SİNAN ÖNER
Sunday, January 3, 2010
2010 Japonya Yılı Başlıyor!
Japonya Yılı Kutlamaları, 4 Ocak 2010'da başlıyor.
2010 Japonya Yılı'na, Japonya Hükümeti, Japonya Araştırmaları Derneği, Türk Japon Vakfı, Türkiye Kültür Bakanlığı, özel girişimciler, Profesörler, basın kurumları katkılar yapıyorlar.
Türkiye ile Japonya arasındaki tarihsel ilişkiler, ekonomi, siyaset, kültür, eğitim gibi alanlarda sürüp geliyor.
ben de, Profesör Selçuk Esenbel'in Japonya Tarihi derslerinde bir öğrencisi olarak, Akira Kurosawa, Yasujiro Ozu, Mizoguchi gibi Japon sinemacıların bir izleyicisi, Soseku, Mishima, Kawabata, Hajime, Kenzaburo Oe gibi Japon yazarların bir okuru, Utamaro gibi Japon ressamların bir izleyicisi olarak, Japonya Yılı'nı kutluyorum.
üstelik, kardeşim İnan Öner, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Japon Dili ve Edebiyatı Bölümü Mezûnu, Tokyo Üniversitesi'nde Yüksek Lisans yapmış bir Modern Japon Edebiyatı Uzmanı, 1996'dan beri Japonya'da yaşayan büyük bir İnsan. İnan Öner, 1990 Yılı'ndan beri, Türkiye ile Japonya arasındaki ekonomik, kültürel, siyasî, eğitsel ilişkilere katkılar yapan bir Japonya uzmanı. 2002 Dünya Futbol Kupası'nda, Türk Millî Takımı'nın resmî çevirmenlerinden biriydi İnan Öner; Abdullah Gül, Cafer Tayyar Sadıklar, Ertuğrul Günay, Ataol Behramoğlu, Nuri Çolakoğlu gibi bilinen kişiler de, Japonya gezilerinde, İnan Öner'in çevirmenliğinde faâliyetlere katılmışlardı.
Modern Japon Edebiyatı Uzmanı İnan Öner'in ağabeyi olarak da, 2010 Japonya Yılı'nı kutluyorum.
elbette, Japonya'dan pek çok misafirlerim olmuş idi, 1990'dan bugüne, Japon yurttaşları ile çeşitli defâlar geziler yaptık, toplantılarda, konferanslarda, sempozyumlarda yer aldık. Japon Profesör Nakabayashi, Japonya AİCAT Yöneticisi Nakahama, Japonya İstanbul Başkonsolosu, Japon Türkologlar, Japon Tarihçiler, Japon Sinemacılar, Japon Besteciler, Japon Ressamlar, Japon Heykelciler, Japon Teknisyenler, Japonya'dan Türkiye'ye gelmiş çok değerli kişiler ile yıllarca görüşmeler yaptık, sohbetler ettik, Anadolu'nun farklı yerlerini keşfettik.
2010 Japonya Yılı'nın ilk günlerinde, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Japon Dili ve Edebiyatı Bölümü'nün değerli öğretim üyelerini, Tokyo Üniversitesi'ni, Kyoto Üniversitesi'ni, Metropolitan Üniversitesi'ni, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyelerini, Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem Araştırmaları Enstitüsü Öğretim Üyeleri'ni, Japonya'nın Türkiye Büyükelçiliği'ni, Japonya Dışişleri Bakanlığı'nı, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'i, 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i, TÜSTAV Eski Başkanı Nabi Yağcı'yı, Değerli Dışişleri Bakanı Merhûm İsmail Cem'i siyasette temsil eden CHP Lideri Değerli Genel Başkan Deniz Baykal'ı, Profesör Mete Tunçoku'nu, Profesör Bozkurt Güvenç'i, Profesör Selçuk Esenbel'i, Türkiye'nin Japonya Büyükelçisi Sermet Atacanlı'yı, Türkiye ile Japonya arasındaki tarihsel ilişkilere katkı yapmış kişileri kutluyorum, Japonya Yılı'nın Türkiye ile Japonya'nın iyi ilişkilerine daha büyük katkılar getirmesini diliyorum.
Türk Japon Vakfı Başkanı Değerli Cafer Tayyar Sadıklar'ı, Japonya Araştırmaları Derneği Başkanı Profesör Selçuk Esenbel'i, Başkanlığı'nı yaptıkları kurumların faâliyetleri nedeni ile kutluyorum, çabalarının 2010 Japonya Yılı'nda daha da çok merak, ilgi, sempati, katılım yaratmasını diliyorum.
SİNAN ÖNER
Subscribe to:
Posts (Atom)
Blog Archive
-
▼
2010
(36)
-
►
October
(10)
- Nestor Kirchner'e Törenler
- "Casablanca"yı Yeniden İzlerken
- Başkan Nestor Kirchner'in Ölümü
- Nobel Edebiyat Ödülü'nün Geçmişi'nden (4)
- Nobel Edebiyat Ödülü'nün Geçmişi'nden (3)
- Nobel Edebiyat Ödülü'nün Geçmişi'nden (2)
- Nobel Edebiyat Ödülü'nün Geçmişi'nden (1)
- 2010 Nobel Edebiyat Ödülü, Mario Vargas Llosa'nın
- Şiir'le Yaşadığım Hayat!
- Nobel Edebiyat Ödülü!
-
►
March
(10)
- Alman Tarihi Notları (4)
- Alman Tarihi Notları (3)
- Alman Tarihi Notları (2)
- Alman Tarihi Notları (1)
- Bir Tarih Romanı: "Anadolu'da Kızılca Halvet"
- Perestroika, Glasnost, Sovyetler Birliği
- Fransız Sosyalizmi Tarihi Notları (2)
- Fransız Sosyalizmi Tarihi Notları (1)
- Fransa'da Bölge Seçimleri
- Başkan Mikhail Gorbachev, 79 Yaşında!
-
►
October
(10)
About Me
- Sinan Öner
- Mersin, Türkiye
- Historian, Poet, Translator, Novelist, Cinema Writer